Güneşin sıcaklığıyla kavrulmuş tenleri, Akdeniz'in sıcak esen meltem rüzgarında savrulan saçları, üç dilin ortak geçmişi içinde yaşadığı tarihi ve şehrin incisi olan Kudüs ile var olmuş, var olan ve var olmaya da devam edecek bir diyardır Filistin.
Masallarda geçen tüm detayları bu şehirde bulmak mümkün. Her masalın içindeki iniş, çıkışlar gibi, en iyi ve en kötü hal arasında uçlarda yaşanılan hayatları, onların kaderi değil, reva görülmüş bir durumdur. Normal hali ile Filistin, erken çocukluk dönemindeki bir çocuğa anlatılabilecek düzeydeki masallar ülkesidir. Mescidi aksanın merdivenlerinden yarış halinde inip çıkan çocukların şen sesleri ve kahkahaları karışır esen rüzgara.
Müslüman halkın, ibadet ve şükür esintisi dolaşır Ramallah sokaklarında. Anneler çocuklarını birer kahraman edasında yetiştirir. Pedagoji bilmezken bu anneler, yaşayabilecekleri en kötü travmayla bile nasıl başa çıkacaklarını öğretirler. Ve bu mübarek beldelerini bile, cennetten daha çok sevmezler bu çocuklar. Ahiret yurduna gitme düşüncesi onları endişelendirmez, en güzel hal ile gidelim endişesi taşırlardı. Bu sebeple cennetin okulları çok kalabalık, parkları şen ve dolu dolu ve dünya okullarında karne alamayan minikler, cennetin şehitlik makamında mutlu. Söyleyin bana, dünyası ahiret olan hiç mutsuz olur mu?
Dedim ya masal bitmez bu diyarda. Kötü sonla biten masallar oldukça fazla. Kötü bir devin şehri ele geçirmesi kadar korkunç masal senaryolarından da beter reva görülen savaş. Bu savaşın içinde kaybeden ölenler değil, acınılacak olanlar şehitler değil, biz öldük ve acınılası halimizle yaşadığımızı sanıyoruz. Ruhu ölmemiş olanların yaşadığı bu diyarda, yaşamları ve ölümleri ile bize ders veren çok isimler oldu. Hepsini izlerken ekrandan el uzatmak isteyerek izledik.
Mesela Rim şehit olduğunda, Halid dedenin gözyaşlarını silmek istedik. Torununun cansız bedeni ile vedalaşırken, sevgi halini ve sevgi dilini çok sevdik. Gözleri kapalı olan Rim ‘in göz kapaklarını açıp doyasıya öpen bir dede, isyan etmeden asıl sahibine yolcu eden bir dede, "hasbinallah ve nimel vekil" demekten geri durmayan bir dede, tabiki bizim de dedemiz olsun istedik. Rim'i yolcu ederken "ruhumun ruhu" diyerek cennet yolcusunu yüce bir hitapla sahibine emanet etti. Ve bu sözü duyduktan sonra düşündük, bize de " ruhumun ruhu" diyebilen birileri var mıydı etrafımızda? Peki ya bizim ruhumuzun ruhu kimdi, ne idi? İnsanin ruhundan, ruhu gittiği zaman geriye ne kalırdı? Geriye kalan hali ne olurdu, nasıl devam edebilirdi ruhsuz yaşamaya?
Çok geçmedi Rim'in şehadetinin üzerinden. Kahrolası İsrail'in kanlı elleri Halid dedeye de değdi. O pis eller, Halid dedenin katili oldu, ama onu kirletemedi. Çünkü zaten Halid dedenin Ruhu yoktu, çoktan gitmişti. Ahirete yolcu olan da ruh olduğuna göre, giden zaten çoktan gitmişti. Rim ile birlikte, Rim'in tertemiz ruhu ile beraber tertemiz göçüp gitmişti ve dünyada kalan son parçası da beden halinde veda etmişti. Halid dede, tebessüm halindeydi, tertemiz alnından ve yüzündeki güzellikten ruhunu bulduğu belliydi. Veda ederken öptüğü gözlere, şimdi doyasıya bakıyordu. Ve cennetin kapısı bu sefer Halid dedeye açılmıştı, inşallah...