Nice cümleler vardır ki hayatın içinde, bir anda öylece kullanılıverir, yeri gelince…
Ancak insan, kelimelerin hakikat ile olan o müthiş dansını keşfedince,
Daha bir iştahla ve özenle tefekkür ediyor her bir kelimenin, her bir hecenin ve sesin üzerine…
İşte “AŞK OLsun” da böyle cümlelerden biridir bize…
Evdeki kıymetli vazosunu kıran çocuğuna, “ ayy Aşk Olsun sana çocuk” diyerek kızan annenin, naifliğini, güzelliğini görebiliyor musunuz?
Yahut haberi yokken hesabı ödeyen veya beğendiği bir şeyi alıveren arkadaşına; “ Aşk Olsun sana” diye tatlı tatlı sitem ederken, Dostunun da; “Asıl sana aşk olsun” diyerek, birbirlerine ulaştırdıkları O güzel enerjilerin / duaların farkında mıyız?
…
Aslına bakarsanız her sözün, düşüncenin ve niyetin, bir frekansı, titreştirdiği ve böylece aktive ettiği bir alanı vardır. Öyle ki, toprağın altında var olan, O sonsuz olasılık tarlasındaki tohumların, filizlenmesi için can suyunu vermek gibidir herbiri…
Siz hangi tohumu sularsanız, O uyanır toprağın altından ve dünyanızda yerini alır. Bahçenizi kötü sözler, düşünceler ve eylemlerle sularsanız, dikenleri ve zararlı otları uyandırırsınız. Sonra da, daha çok öfkelenir, sağı solu suçlarsınız…
Ancak güzel sözlerle, niyetlerle ve eylemlerle sularsanız Gönül bahçenizi, gülleri, nergisleri ve mis gibi kokan nice güzellikleri uyandırırsınız toprağınızdan…
Çünkü her şey (zıttıyla birlikte) potansiyel olarak o toprağın altında mevcuttur. Zamanı geldiğinde halk edilir. Ve elbette her tohumun bir çatlama saati, her çiçeğinse bir açma vakti vardır. İnsana düşense sabırla en güzel şekilde can suyunu vermektir. Çünkü toprağın altında uyuyan tohumlar, (yürekten geçen, dile gelen ve eyleme dönen tüm dilekler ve dualar) ne bir an önce, ne de bir an sonra olmaksızın, tam da O An’da bahçenizde bir bir açarlar…
…
“Aşk OLsun” temennisi de bu bağlamda en güçlü titreşimlerden biridir. Çanakkale muharebeleri sırasında, 276 Kg.lık top mermisini, Kocaseyit’e kaldırtıp, taşıtan O inancın ve Aşk’ın gücü değil midir? Ferhat’a dağları deldiren, Veysel Karaniyi yalın ayak çöllerde gezdiren, Hallacı Mansur’u darağacına götüren, hep O “AŞK OLMAK” hali değil midir?
Ne de güzel dile getirmiş Şems’i Tebriz’i;
“Sevmeyene karınca yük, sevene filler karınca. Dağı bile taşır insan, aşık olup inanınca."
Bir çiçeğe, karıncaya, ağaca, dağa, taşa selam verir insan, yüreğinde O Aşk varsa…
Bu sebeple, insana, Aşksız geçen günleri,ziyandır. Çünkü Aşk, mezardaki ölüyü bile diriltendir. Beden toprağında gömülü kalmış beşer, ancak Aşk ile dirilip İnsan olur. Ancak Aşk ateşi ile öldürülür akla ve nefse ait korkular ve arzular…
İşte o vakit Canlanır insan da, karanlıklardan çıkarak hissederek yaşamaya başlar…
“Ölüden diriyi çıkarır; diriden de ölüyü çıkarır; ve yeryüzünü ölümünden sonra canlandırır. İşte siz de böyle (diriltilip) çıkarılacaksınız.” (Rûm Suresi 19. Ayet)
O halde, canlı cenazeler misali, kendi özünden habersiz, uyur gezer olduğu hallerinden çıkarak, İnanan, hisseden, yaşayan ve yaşatanlara, kötü huylarını öldürüp dirilenlere, “AŞK OLSUN”