Geçici elem yurdumuzun, yaratılmış ve sıralanmış varlıklarından sadece bir cinsin tanesi olan biz insanoğlu, yaşamın devamlılık halini bencilleştirmeye tüm gücüyle gayret ediyordu. Her şey onun istediği gibi olmalı ve şekillenmeliydi çünkü canı öyle istiyordu. Asla mantıklı ve akla hizmet eden bir gerekçesi olmak zorunda değildi, kim bulmuştu ki bu çağda aklı o kaybedecekti. Zaten aklı bulsa da, kalbi bulması oldukça zordu. Aynı yerde olmayan şeyler birbirini nasıl bulurdu ki? Kalp, onunla bir araya gelmek ister miydi? Sıralanmış bir varlık iken bu alemde, dağlara bakıp, sıralandıklarını gördükçe kendini dağlardan daha heybetli ve büyük zannetti. Baktıkça, baktığı büyümedi gözünde, kendini büyüttü gözleri küçüldü. Eee küçülen gözlerle de göremedi ve bu kör hali onu hiç rahatsız etmedi. Mağrur ve gururlu hali, onun kendini rahatsız hissetmesine izin vermezdi ki. Kollarını iki yana açıp, sokaklarda kabararak yürümek onun için bir gösteri meselesiydi, öyle ki yürüyüşünden korkmalıydı herkes, havalı bulmalı ve dönüp bakmalılardı. Çünkü o, sıradağlardan bile daha heybetli bir insancıktı. İsra suresi 37. Ayetten bîhaber ve gafil yaşarken, zaten hiç de ayetlerden ders çıkarmayı tercih etmezdi.
Şu ana kadar bahsettiğimiz bir kısım insandan, başka bir kesim insana geçecek olursak ki onların sayısı da azımsanmayacak kadar fazladır. Gafil ve cahil olmak bir bela gibi ruhuna işlediyse insanın, yaşayan ölüden hiçbir farkı yoktur artık. "Sadece bedeniyle yaşayanlardan etme bizi Rabbim" diye niyazda bulunmak, dualarımızda önceliğimiz olmalıdır. Gelelim diğer kesim insana...
Yeryüzünde sıralanmış halde yaratılanlardan biri olduğu için, kendini dağlar gibi gören bir kısım insanın cehalet yangınını, kendince yok etmeye çalışma fikri yaklaşım şekli açısından o kadar önemli ki. Yok etmeye çalıştığın şeyi, ne ile ne şekilde yok etmeye çalışıyorsun? Yok etme çalışmaların ters mi tepiyor, senin kürekler akıntının tersine mi dönüyor? Ve sen, gafil kovalarken, gafil mi düşüyorsun? Öyleyse dinle. Bu tam da şuna benzer; bir orman edasında sıra sıra dizilmiş binlerce kibrit çöpü düşün, tıpkı bizim gibi sıralanmış haldeler. Hepsi sağlam, hepsi kullanılmamış, tertemiz. İçlerinde en ön saflarda sıralı duran bir kibrit çöpü yanmış ve hala yanmakta. Bu temiz görüntüyü bozan bir oyun bozan. Tabi sende diğer kesim bir insansın, müdahale etmelisin, durmamalısın, ama nasıl? Eline aldığın balta ile, bu işi kökünden halletmeye çalışıyorsun, dibine dibine vuruyor tüm hırsını kökünden çıkarıyorsun kibrit çöpünün. Bir itfaiyeci edası ile, yanan kibrit çöpünü yok etmek için canını dişine takıyorsun. Ama sen itfaiyeci de değilsin, tıpkı bir kısım insanın dağ olmadığı gibi. Yok etmeye çalıştığın ateş, gövdesinden koptuğu an diğer bir kibriti tutuşturacak ve bu durum domino taşı gibi devam edecek, tüm kibritler yanacak. Ortada berbat bir sonuç, kirli bir görüntü ve işgüzarlığın başarısızlığı kalacak. Razı mısın?
Yok etmeye çalıştığın şey her ne ise, çoğalttın, çoğaltmakla kalmadın iyi olan ihtimalleri de öldürdün. Ne köküne balta vurduğun kibrit çöpü ıslah olup söndü, ne de diğer kibrit çöpleri temiz kalabildi. Şimdi anlıyor musun, bir kısım olmak için, diğer bir kesimi yok etmeye çalışmak bir çözüm değildir. Çözüm ne mi? Onu, bir kısmın kendini dağ sanmayı, bir kesimin de eline balta alıp kibrit çöplerini kesmeyi bıraktığı zaman konuşacağız, dinlemek isteyen herkesle…