İnsanlar, çocukluktan itibaren çeşitli korkular yaşarlar. Büyüdükçe bu korkularının ismi değişse de, yaşanılan duygular ortaktır. Kimisi karanlıktan, kimisi annesini ya da sevdiklerini kaybetmekten, kimisi evlenmekten veya yeni bir işe/okula başlamaktan, kimisi AŞK’tan, kimisi ölümden, kimisi de hakikatle yüzleşmekten korkar.
Aslına bakarsanız korkuların adı ne olursa olsun, insanı korkutan asıl şey bilinmezliktir. Yani insan bilmediğinden korkar ve mevcut koşulları ona iyi gelmese bile değiştirmeye, bir bilinmeze yelken açmaya cesaret edemez. Mevcut konfor alanından çıkmak için ödemesi gereken bedeller ve önündeki meşakkatli süreçler gözünde büyür.
Oysa cesaret, korku duyuyor olmasına karşın eyleme geçebilmektir. Yani cesaretli insan demek, hiçbir şeyden korkmayan kişi demek değildir. Korkularına rağmen, atılgan olan ve korkularının üstüne giden kişidir.
“…korkmaktan korkma.
Ödün bile kopsun.
Sonra kapa gözünü bas karanlığına.
Belki biri taş döşemiştir, kim bilir...” der Nil Karaibrahimgil, “ Gençliğime Sevgilerle” isimli kitabında ve şarkısında…
Çünkü Gönül’den emek verene, nice görünmez eller uzanır, en çaresiz hissettiği anlarda…
Ve Cesaret bir amaç uğruna, kişinin acı veren veya korkutan bir koşulu yahut bedeli, gönüllü olarak kabul etmesidir. İnsanın, İnandığı değerler uğrunda VARIM diyebilmesidir.
Bu nedenle de, “Cesaret, evrensel olarak en beğenilen ve özenilen bir erdem olarak kabul edilir. Çünkü, kendini feda etmeye dayanır. Başkalarının, toplumun ihtiyaçlarına hizmet eder ve diğer tüm erdemleri harekete geçirmek için gereklidir” der Comte-Sponville.
Ve şunu da unutmamak gerekir ki, ancak cesaretle korkuların üzerine gidenler ve gereken emeği verenler bu korkuların onlara vereceği daimi huzursuzluk halinden özgürleşebilirler.
Ve “Bil ki güneşe bakmaya cesareti olmayan gölgede kalmaya, gölgeyi ışık sanmaya mahkumdur.” (Şems Tebriz’i)
* * *
GÜN GELİR, ANARSIN ŞÜKÜRLE…
Ben O hataları nasıl yaptım deme!
İnsan yaşamadan ne bilsin?
Ben asla öyle yapmam deme!
Tok, açın halinden ne anlasın?
Eğer bugün yargılamıyorsan,
Yaptığın hatalar nedeniyle bunu bil!
Seni sen yapan,
Olgunlaştırıp, mayalayan,
Hamuruna hoşgörü ve sevgi katan,
Zamanında başına gelenlerdir…
Geçtiğin O ateşlerdir!
Ne demişti Mevlana;
“Ham ne anlasın pişmişin halinden,
Sözü kısa kesmek lazım vesselam!”
O halde yorma artık kendini,
Seni pişirmek üzere hepsi vazifeliydi,
Olanlar da, hep olması gerekenlerdi…
Yargılarından arınana,
Tüm Putlarını, kalıplarını kırana,
Şekilsize varana kadar,
Yapacaksın hep “Hatalar”…
“Hata” olmadığını anladığında,
Her olan için şükredeceksin!
Yere, göğe, zamana, mekana,
Sığmayan O sonsuzluğa…