İnsanlık, tarih boyunca nice savaşlara, yıkımlara, depremlere, afetlere, kavgalara ve zulümlere hep şahit olmuştur. Çünkü, acı hep aynı acı, sevinç hep aynı sevinç, insan hep aynı insandır.
Sahneler, dekorlar, oyuncular ve senaryolar değişse de, özünde yaşananlar hep aynıdır. Çünkü “Allah’ın öteden beri işleyip duran kanunu (budur). Allah’ın yasasında asla bir değişiklik bulamazsın” der. (Fetih suresi 23.ayet)
…
Öyle ki Adem’le başlar, insanın nefsine yenilişi…
Ardından, Ademin iki oğlunun hikayesiyle devam eder, insanın nefsiyle olan hikayesi…
Yani ilk insandan bu yana yaşanır, iyi ile kötünün, aydınlık İle karanlığın ilişkisi…
Ve devam eder, yine nefsine yenilen kardeşleri tarafından Kuyu’ya atılan Yusuf’un hikayesinde…
Ardından Züleyha’nın başına gelenlerde ve daha nicesinde…
Neticede her çağda, her zaman da yaşanmıştır nice hüzünler ve nice sevinçler…
Bugün bir çok insan, umutsuzluk girdabında, durmadan kötülükleri konuşarak, en kötü senaryoları düşünerek, ve acıdan beslenerek, “Karanlığa” hizmet ettiklerinin ve Gönüllerinin üzerini, örttüklerinin farkındalar mı acaba?
…
Oysa çok değil, bundan 50-100 sene öncesine, dedelerinin, babaannelerinin yaşadıklarına bir baksa insan, bugün şikayet edip durduğu bir çok şeyden edep ederdi. Savaşarak cephede ömürleri geçenler, yıllarca esir düşenler, bir sıcak yatak, sofra görmeden bu dünyadan göçüp gidenler ve daha neler neler…
Dere kenarlarında çamaşır yıkayanlar, tarlada bir başına doğum yapanlar, bırakın sıcak suyu, soğuk suyun bile olmadığı evlerde, nice hüzünlü hikayelerle, ne günler geçirdiler ve öylece göçüp gittiler..
Modern çağ insanın bugün şikayet edip durduğu, sızlandığı, sorun olarak gördüğü bir çok şeyin, nimet sayıldığı yıllar henüz çok uzaklarda değildi.
Yani demem o ki, bugün sürekli mutsuz olan, “tatminsiz insanoğlu”, her şeyden şikayet ederek, zaman çok bozuldu, biz çok şansız bir dönemde dünyaya geldik, her şey kötüye gidiyor diyerek, sürekli ağlayıp, sızlayıp şikayet ederek, doğduğu zamanı ve coğrafyayı suçlayarak ne kazanır? Eline ne geçer sahiden? İzlediği haberlerle, algılarının negatif yönde yönetilmesine izin vererek güvensiz paranoyak ve panik atak hallerde kalarak, en çok kendine zaran veren olmaz mı?
Şöyle bir dönüp bakarsa insan samimiyetle, gerçekten hangi çağ da insanoğlu bundan daha rahattı veya daha şanslıydı? Elbette, her dönemin, her çağın kendine göre, dinamikleri, artıları ve eksileri vardı.
Ancak asıl önemli olan şudur ki;
Sen Şimdi’desin, Buradasın!
Ve önünde iki tane seçenek var;
Ya sürekli geçmişe özlem duyarak, her şeyin tadı kaçtı, hayat çok zorlaştı, her şey çok yorucu vb negatif inanışları besleyerek, şikayet ederek, umutsuzluk girdabında önce ruhunu sonra da bedenini hasta edeceksin!
Ya da şikayet etmeyi, söylenmeyi bırakarak, Şükretmenin zevkini keşfederek, Aydınlıkları, umutları çoğaltmak, İyiyi, daha iyiye dönüştürmek üzere Gönül vereceksin. Şifanın ruhuna ordan bedenine sirayet edişine şahitlik edeceksin!
Çünkü her şey inandığın kadar gerçektir. Yani senin nasıl baktığınla alakalıdır ve algıların senin gerçekliğin olur.
…
Bu sebeple, hadi gel şimdi, etrafındaki iyi ve güzel şeylere odaklan!
Bu vurdum duymaz olmak, gamsız olmak demek değildir aman ha!
Tam aksine kendi üstüne düşeni, gücünün yettiğini en güzel şekilde yerine getirdikten sonra, gerisini “izni olmadan yaprak dahi kıpırdamayan” O yüce Kudret’e teslim etmek demektir. Sonsuz bir eminlik ve güven içerisinde gerçekleşen, teslimiyettir.
Parçadaki şer yerine, bütündeki hayrı görerek daima şükretmektir. Her zaman daha canlı ve diri olmak üzere, kendine düşeni en güzel şekilde yapan olmak için Gönül vermektir. Haksızlıklar zulümler karşısında boyun eğmeden, daima dimdik ayakta dururken, umutları söndüren değil, umut aşılayan olmaktır.
Bu yüzden ne olur, hep kötüyü düşünme, sürekli sızlanarak, negatif bakarak kötülükleri çoğaltma!
ŞİKAYET ETME, İŞİN ASLI GÖREN GÖZLERDE…