Tıpkı boş ve bembeyaz bir sayfa misali dünyaya gelen ademoğlu, yaş aldıkça öğrendikleri ile bu beyaz kağıdı doldurmaya başlar. Okuduğu kitaplardan, izlediği videolardan, dinlediği sohbetlerden kabınca doldurur bu sayfaları…
Eğer insan öğrendiklerini içselleştirmeden, sadece “ne çok şey biliyorum” demek adına doldurmaya başlarsa sayfalarını, gün gelir alelade karalamalar misali, karışıklığın içinde, kendi kitabını okuyamaz hale gelir. Ve yaşamında can bulmayan bu bilgiler, zamanla onun sırtında kambura dönüşür. Ne zaman ki bu bilgiler yaşamın içinde can bulur, işte o vakit yükleri de bir bir sırtından düşmeye başlar. Ve İnsan bilmenin yükünden ancak bu şekilde özgürleşir…
Çünkü insana gereken şey, çok bilmek değil, öğrendiği doğru bilgiyi, iyiliğe ve güzelliğe vesile olacak şekilde yaşamına işlemesidir. Bunun en güzel örneğini Hz Muhammed’in yaşam öyküsünde görürüz. Öyle ki O’nun zamanında Kuran’ın yazılı bir nüshası yoktur. O zamanlar da, bir ayet geldiği zaman sahabe onu hal etmeden diğer bir ayete geçilmezmiş. Çünkü hedef yazılı ayetlerle değil, yaşayan ayetlerle gerçek bir öğrenmeye ulaşmakmış…
Bu sebeple de, sadece papağan misali ezberleyen yahut idrak etmeden sadece okuyan olmayı değil, öğrendiği her bir ayeti yaşamına inşa etmek üzere, yaşayan canlı Kur’An olmayı uygulayarak göstermiştir insanlığa…
Basit bir örnekleme ile; diyelim ki; Portakalın her türlü faydasını, tüm ansiklopedik bilgilerini ezbere bilen biri olsun. Bu kişi portakalı hiç görmeden, sadece bilgi ile onu ne kadar kavrayabilir? Peki bu bilgilerden sonra, portakalı gören, onu eline alan, dokunan biri, onu yemeden ondan bir fayda görebilir mi? Ya da tadını hissetmeden onu gerçek manasıyla biliyor sayılır mı?
İşte bu misal, ilimle bilmek başkadır, hal etmek ise bambaşkadır. Ve ayetlerin yazılı olduğu hale musaf denirken, ayetlerin insanda yaşayan haline ise Kuran denir. Çünkü KUR-AN gerçek manasıyla, İnsanın AN’ını Dosdoğru KURması içindir.
Bu sebeple de, çok bilmenin değil, bildiklerini hayatında uygulayan olmanın öneminden bahsedilir. Çünkü ezbere bilgiler, sınavlarda yani insan yaşamında geçer akçe değildir. Mesele öğrendiği bilgilerin üzerine tefekkür ederek, emek vererek onu hal etmektir.
Örneğin “Allah öfkesini yenenleri, işini güzel yapanları sever” ayetini öğrenen birisi, bunu hayatında uygulamak üzere, her An samimi bir niyetle emek verirse, başta kaldığı yahut zorlanarak geçtiği sınavları, bir süre sonra kendiliğinden halledilmiş (hal edilmiş) olarak kolaylıkla geçmeye başladığını görür. Çünkü yüce Mevla der ki “ Muhakkak ki her zorlukla beraber bir kolaylık vardır.” (İnşirah Suresi 6.ayet)
Ancak insan bu süreçlerde, kendine de sabırlı olmalıdır. Elbette öğrendiğini uygulayan olmak meşakkatli süreçlerdir. Öyle hemen, akşamdan sabaha “oldum piştim” olmaz. Lakin, insan samimiyetle emek vermeye devam ettikçe, “ne kadar ekmek o kadar köfte” misali, muhakkak ki An gelir, tüm emekler karşılığını bulur. Çünkü Necm Suresi 39. Ayette bildirildiği üzere, “insana kendi emeğinin karşılığından (kendi yaptığından )başka bir şey yoktur.“
Bu sebeple de, inanmak ve emek vermeye devam etmek bu yol için iki önemli anahtardır.