Günün birinde çiftçinin biri, tarlaya buğday ekerken, Allah’a dua etmiş. “Allah’ım ne olur bu sene iklim benim istediğim gibi olsun” demiş. Hikaye bu ya Allah da duasını kabul etmiş. Çiftçi kendi zannınca, buğdayların ihtiyacına göre, Yağmur dilemiş yağmur yağmış, Güneş dilemiş güneş açmış derken ekinler uzadıkça uzamış…
Hasat zamanı gelince, çiftçi heyecanla tarlaya koşmuş. Her şey tam da benim istediğim gibi oldu diyerek seviniyormuş. Derken bir de bakmış ki, Başaklar koca koca dik başlı olmuşlar lakin içleri hep boşmuş…
Çünkü kar görmeyen rüzgâr fırtına yaşamayan buğdaylar toprakta köklenemez, taneleri oluşamazmış…
Meğer Başakların içini dolduran, yaşadığı bu zor koşullarmış…
…
Tıpkı bu hikayede olduğu gibi, insan da pek çok zaman, kendi aklınca ve zannınca yahut nefsinin ve arzularının aldatmacası ile, İyiliğe dua eder gibi kötülüğe de dua eder, üstelik hiç farkında bile olmadan…
Kuran’da İsrâ Suresi 11. Ayet ile insanlara hatırlatılanda bu değil midir?
“İnsan şerri öyle davet ediyor ki hayra duâ eder gibi, ve insan pek acelecidir.”
Halbuki insan, ham hallerden geçerken içinde bulunduğu pişme süreçlerinde, yaşadığı bu “zorluklar” İle törpülenir, güzelleşir ve O’nu özel kılan da yine bu yaşadığı deneyimlerdir. Bu konuyu en güzel şekilde anlatan örneklerden biri de, bir japon sanatı ve felsefesi olan “Kintsugi” dir.
Bu sanat, Vazo, bardak ve benzeri seramik eşyalar kırıldığı zaman, kırılan parçalarını altın tozu ile bir araya getirerek onarırken, kusurlardan doğan güzelliği anlatır. Çıkan sonuç öyle muazzam bir görüntü oluşturur ki, seramik eskisinden çok daha özgün ve anlamlı bir hale gelir. Tıpkı insanların yaşadığı “zorluklar” ve aldığı darbeler neticesinde, çok daha özgün ve anlamlı hale gelmesi gibidir.
Kintsugi sanatı ve felsefesi, İnsana aldığı darbelerin, deneyimlediği zorlukların altın değerinde olduğunu anlatırken, bir yandan da bu kırıklar vesilesi ile gelen yeniden doğuşu kutlamak gerektiğini hatırlatır.
…
Tekrar Hikaye’ye dönersek, orada anlatılan Başaklar misali, insanın da içini dolduran, yaşadığı zorluklar, verdiği mücadeleler ve emeklerdir. Hiçbir sıkıntı görmeyen, mücadele nedir bilmeyen, emek vermenin kıymetini, erdemini yaşamayan insanlar da, tıpkı boş başaklar gibi olurlar. Dışardan şeklen bakıldığında ne kadar büyük ve dik görünseler de içleri olgunlaşmamış olur.
Hatta “Boş başak dik durur” atasözü de yine aynı noktaya atıfta bulunur. İçi boş olan, yani “cahil” (ham hallerde) olan, kendini üstün göstermek için kasılır, insanlara tepeden bakar ve dik başlı bir hali olur. Oysa dolu başaklar öyle değildir, onlar eğilir. Yani insan olgunlaştıkça, bilgisi görgüsü arttıkça tevazusu da, aynı oranda artar. Daha hoşgörülü bir hale gelir ve kimseyi yargılamaz. Çünkü her şeyin mümkün olduğunu yaşayarak deneyimlemiştir de, “her şey insanlar için” der. “Görmüş geçirmiş” kelimesi de buralardan gelir.
Bu nedenle;
İNSANI GÜZELLEŞTİREN, ÖZEL KILAN, YAŞADIĞI ZORLUKLARDIR!