Sanat sanat için mi? Yoksa toplum için mi?
Bu tartışma 19. Asırdan yani 1800’lü yıllardan beri tartışıla gelmiş bir konu. Elbette ben bu polemiğe girmeyeceğim lakin oğlum Muhammed Ahmet Efendi tartışmaya çoktan girmiş. Hatta girmekle kalmamış, farklı bir yöne dikkatleri çekip bu konu hakkında bir üçüncü hükmü vermiş bastıbacak: “Sanat çocuk içindir!”
Öyle gülme hemen. Hakkı var Ahmet’in. Dinlediği müzikten, boyama yaptığı kitaba kadar ilginç bir çocuk bizim çeyrek efe…
Yazmıştım sana bir ara, Mevlevilikte baya bir süre geçirdi. Yetmedi süper kahramanları Mevlevi yapıp sema ayinleri bile yaptırdı onlara. Boyama kitaplarında sınırları taşırınca “neden böyle yaptığını” sorduğumda “gerçeği böyle” deyip kestirip atması da cabası. Yalan yok düşünmedim değil, Hulk’un, Süpermen’in Hz. Mevlana’nın verdiği derslerde diz çöküp onu canı kulaktan dinlediklerini. Ne bileyim düşünsene Kaptan Amerika Şems-i Tebriz’i ile birlikte Konya sokaklarını adımlayıp sohbet ettiklerini. Boyama kitaplarındaki sınırları büyüklerin çizdiği ve çocukları hapsettiğimiz sınırların olup olmadığını da düşünürüm hâlâ…
Neyse bunları bir tarafa koyalım biz konumuza dönelim. Sanat demiştim, sanatın olabilmesi için mutlaka bir sanatçının da olması gerekmekte elbet. Sanatçı içinde yaşadığı toplumun bir parçası olduğu için vermiş olduğu eserleri içinden yetişip geldiği toplumun kültüründe bulunan değişik öğretilerle ve inançlarla sentezleyerek ortaya koyar. Böylece aynı(!) kültürel ortamı paylaşmış olduğu toplumca benimsenerek kabul görür.
Günümüzü düşünüyorum ekranlarda sanat yapma adına… Neyse o konulara fazla girmeyelim bizim çeyrek efenin son zamanlarda “Sanat Çocuk İçindir” mottosuna dönelim. Kreş yolunda müzik dinlemeye bayılır Ahmet Efendi. Öyle ablası Gülce Hanım gibi ne açsan dinler cinsinden değil, özellikle dinlemek istediğini açtırır. Hatta liste bile verdiği olur “şunu bunu dinlemek istiyorum” diye. Son zamanlarda ise Barış Manço’ya taktı.
Başlarda merhum Manço’nun müziğinin tınısına kendini kaptırdı diye düşünüyordum ama yine yanıldığı gördüm. Velet; “Arkadaşım Eşek”, “Ayı” falan dinler diyordum ama değil bunları dinlemiyordu. Hâl böyle olunca bu tezim çürüdü. Adam “Kul Ahmet’in Ceketi” başta olmak üzere, “Dral Dedenin Düdüğü”, “Kazma” isimli parçalarını dinliyor. Hepimiz bu parçalara aşinayız amaa…
Aması şu şarkıların sözlerine baktığımda bizim çeyrek efenin boyundan, yaşından büyük dinlediğini orada anladım.
Rahmetli Manço’yu düşündüm. Adam Olacak Çocuk derken ve sanatının çoğunu bu yönde icra ederken boşuna bir hayat sürmemiş merhum. Çoğumuzun yalnızca tınısına kulak kabarttığı şarkılarının içini öyle bir doldurmuş öyle bir doldurmuş ki resmen kültürümüzü tarihten alıp ötelere taşıyan bir köprü olmuş. Türk milletinin kültürünü, geleneklerini ve değerlerini ilmek ilmek işlemiş. Geçmişi geleceğe bütün sadeliğiyle görkemli bir şekilde taşımış ve adam olacak çocuklara sevgiyi, birliği, beraberliği barışı aşılamış.
Elbette Rahmetli Barış Manço’yu düşünmekle kalmadım. Önce ulaşabildiğim parçalarını dinledim. Sonra Barış Abi hakkında yazılmış makaleleri, akademik çalışmaları taradım. Bizim çeyrek efenin haklılığına daha da inandım. Bu hafta hikaye anlatmayacağım. Barış Manço’dan yani Barış Abiden her biri hakikat olan mısralarını paylaşacağım. Elbette bildiğimiz ama hakikatine eremediğimiz bu sözleri çocuk kalbiyle okursan hakikati görürsün:
“Tuz ekmek hakkı bilerek/Sofra kurmasan da olur
Ilık bir tas çorba yeter/Rızkım buymuş der içerim
Kadir kıymet anlayana/Sandık açmasan da olur
Kırk yamalı hırka yeter/İdris biçmiş der giyerim”
“Usta terzi dar kumaştan bol gömlek diker/Doğru tartan esnaf rahat huzurlu gezer
Eğrinin ve doğrunun hesabı mahşerde/Dünyada biraz huzur her şeye bedel”
“Bir gün bir yoksul öldü üzüldü mahalleli/Ama bir kefen parası bulamadı mahalleli
Kul Ahmet dedi yalan dünya çıkardı ceketini/Örttü garibin üstüne kaldırdı cenazeyi
Sonunda herkes anladı ya nasip ya kısmeti”
“Ama paylaş, gel beni dinle, paylaşırsan sevaba girersin”