Yoğun bir hafta sonunun akabinde aynı zorlukta bir hafta başına merhaba derken yazma derdi yapıştı yakama.
Ne yazayım diye ortalıkta dolaşırken önce yazıhaneye uğrayıp Hayreddin’de sordum, “Estağfurullah abi ne haddimize” dedi, ardından birkaç iyi adama da aynı soruyu sorup aynı cevabı alınca yazımızın rengi belli oldu… Mütevazı kardeşlerim hal diliyle tevazuu yaz dedi…
Tevazu. Neydi tevazu diye kendi kendimle konuşup canım şehrin karlı caddelerinde yürüdüm azıcık. Bizim iki kapılıya geldim. Bir çay söyledim tavşankanı. Çayımı yudumlarken kapı önünde anamın elleriyle diktiği gülü seyrettim. Toprağa baktım, bereketi görünce dudaklarımda tebessümün tomurcuğu açtı. Çok geçemeden hüzne dönüştü bu halim. Çünkü az ilerde yürümekte zorlanan bir fanide her geçen an yaklaşmakta olan sonu gördüm. Başımı kaldırdım gökyüzüne ve sonsuzluğu seyrettim aciz gözlerimle. Yüreğime bir ferahlık çöktü… Gördüm… Toprakta tevazuu gökte ferahlığı gördüm.
Gelelim hikâyemize… Selçuklu devrinde adamın biri her türlü melaneti yapar günahlarına her gün başka günah katıp yaşayıp gidermiş. Bir gün bir dostu ona “Sen iyi bir insansın. Tövbe etsen, gidip bir pir eteğine yapışsan ne güzel olur” deyince, zararın neresinden dönersen dön kardır deyip tövbe etmiş. Yalnız bu adamın daha önce çalmış olduğu bir inek varmış. Ne yapayım ne edeyim derken tutup bu ineği Bektaşi Dergahına götürmüş. Düşüncesinde dergâha hayır yapmak vardır.
İneği dergâha götüren adam Hacı Bektaşi Veli Hazretlerinin huzuruna çıkıp pişman bir halde olan biteni anlatmış. Lakin Hacı Bektaş Hazretleri getirdiği ineği helal olmadığı için kabul etmemiş ve adamı geriye çevirmiş. Adam üzgün bir şekilde geriye dönerken yolda aklına Mevlana Hazretleri gelmiş ve doğruca onun dergâhının yolunu tutmuş.
Mevlana’nın huzuruna çıkınca yine aynı şekilde durumu anlatarak ineği dergaha hediye etmek istediğini söylemiş. Hz. Mevlana hiç tereddüt göstermeden ineği kabul etmiş. Adam bu hale çok sevinmiş sevinmesine lakin neden Hacı Bektaş Hazretleri ineği kabul etmedi diye de bir kuruntuya düşmüş. Bu hali Hz. Mevlana’ya sorunca Hazreti Pir tebessüm ederek: “Biz bir leş yiyen kargayız evladım. Hacı Bektaşi Veli ise bir şahindir. O bizler gibi leş yemez. Bu sebeptendir ki biz senin hediyeni kabul ettik.”
Bu cevap karşısında adam etkilenir ama hala bir şüphe kırıntısı vardır. Soluğu doğruca Hacı Bektaş Hazretlerinin huzurunda alır. Durumu anlatır ve Hz. Mevlana’nın kendisi hakkındaki düşüncelerini de söyleyerek hediyesini kabul ettiğini söyler.
Bunun üzerine Hacı Bektaşi Hazretleri der ki: “Mevlana Hazretleri lütuf buyurmuşlar. İşin esası şu evladım. Biz bir bardak su gibiyiz, Hz. Pir ise okyanus gibidir. Bir bardak su bir damla çamurla kirlenir ama okyanus bir damla ile kirlenmez. Onun içindir senin hediyeni kabul etmiş.”
Hikaye bitmesine bitti cancağızım ama şunu unutmamakta fayda var: Aşırı tevazuu da kibirden bilinir.
Ve unutma ki:
Haddini bilmeyene tevazu göstermenin sonu ahmaktan nasihat dinlemektir.