İki gün önceydi. İki kız çocuğu bizim iki kapılıya geldi. İnternetten araştırma yapacaklarını söyleyerek bilgisayarın başına geçtiler.
İki kişiydiler. Birinin gözlerinden hüzün akıyordu diğerinin ise mutluluk pınarları coşuyordu.
“Önce sen bak kanka” dedi mutluluktan ayakları yere basmayanı. Hüzünlü çocuk klavyenin üzerinde tek tek aradığı harflerden “Kederli Sözler” yazdı arama tuşuna ve tıkladı. Karşısına çıkan ilk sayfaya girip okumaya. Kendisine yakın bulduğu (!) sözleri kes kopyala yapıştır yaparak kalbi kadar temiz Word sayfasına yapıştırmaya koyuldu.
Kesti, kopyaladı yapıştırdı. “Tamam abi” dedi titreyen bir sesle. “Bu sayfayı çıkartabilir misin?”
Sonra gözlerinden mutluluk pınarları coşan geçti klavyenin başına. O da arama tuşuna “En güzel aşk mesajları” yazıp tıkladı. Aynı şekilde ilk sayfaya girerek hoşuna giden (!) sözleri kesti kopyaladı ve başladı yapıştırma. Onun da kendisine en uygun sözleri bulup yapıştırma işi bittiğinde çıkardık.
İki kişiydiler. İkisi de kendilerini en iyi şekilde ifade ettiğine inandığı sözleri iki dakika demeden iki sayfaya kesip kopyalayıp yapıştırdılar.
“Borcumuz?” dedi neşeli bir şekilde. “Çay” dedim. İkisi de şaşırdı. Çay tabi ki. Acıları dindiren, sevinçleri çoğaltan çay… Dertliye deva, hastalığa şifa… Soğuk günlerde garibi ısıtır, sıcak günlerde harareti alır… Hatta iddiam odur ki Asr-ı Saadette olsa sünnet olması kuvvetle muhtemel, Rabbimin en güzel nimetlerinden çay. “Borcunuz benimle bir bardak çay içmek.”
Velhasıl çaylar gelip de birer yudum alınca başladık konuşmaya. Bu arada küçük bir kabın içine su doldurup getirdim. Önce hüzünlü olana dedim ki “Seni böyle derde gark eden kişinin ismini bu suyun üstüne yazmanı istiyorum.” Şaşırdı. Kankasına (!) baktı. “Abi dalga mı geçiyorsun?” diye sordu. Ciddi olduğumu görünce başını öne eğip beklemeye koyuldu.
Mutluluktan yerinde duramayana dedim bu kez, “Seni böyle sevince boğanın adını bu suyun üzerine yazar mısın?” O da soru dolu gözlerle baktı.
İkisinin de kendilerini en iyi şekilde ifade ettiğini iddia ettikleri iki sayfayı alıp iki söz seçtim içlerinden. İkisinin en hüzünlü olanına dedim ki “Bu kağıttaki sözler senin şu anki halini yansıtıyor değil mi?”
“Evet abi. Dediğin gibi. Beni en iyi şekilde anlatıyor.”
“Buraya ‘Aşk iki kişiyle oynanır, iyi olan kaybeder’ diye bir söz yapıştırmışsın. Eğer aşk oyunsa hüzünlenmek aptallık. Çünkü oyunlar insanların eğlenmesi için yaptıkları bir aktivite ve mutlaka kazananı ve kaybedeni olan bir şey. Kaybettiğini iddia ettiğin bu aşk oyununda sen kazansaydın ne olacaktı? Az evvel adını yazamadığın kaybedecekti değil mi?”
Sonra diğerine döndüm. Dedim ki; “Sen de ‘Yan yana ayrı yazılır biz hep sımsıkı olalım” diye yapıştırmışsın.”
“Evet abi”
“Sen daha sevdiğinin adını suyun üzerine yazamıyorsun. Aşık olduğunu mu iddia ediyorsun?”
Yaşadıklarını ifade etmek için interneti kullanan ikisi hüznü ve mutluluğu bizim iki kapılının önüne bırakıp gittiler. Sonra içeriye masaya geçtim. Bir kitap alıp karıştırırken içim geçmiş. Abdurrahim Karakoç Hoca gelip durdu karşıma. Konuşmuyordu ama gözlerinde hüzünlü bir sevinç vardı. Sonra onun haykırışıyla uyandım;
“Aşk kâğıda yazılmıyor…”