Kendine hükmedemeyenler ahkâm kesiyorlar cancağızım…
Kendine hükmedemeyenler…
Pek dinlemem. Aslında pek değil hiç dinlemem ama yabancıda değilim Orhan Gencebay’a… Ne diyor üstat; “Hatasız kul olmaz!” İmdiiii! Bu sözün satır altını okursak kul olmak hata yapmayı icap ettirir değil mi?
Hatasız kul olmaz! Ki evliyaları geç Habibullah’ın (sav) bile zellesi yok mudur? Bütün eksik noksan sıfatlardan münezzeh yalnızca Allah’tır.
Şimdilerde hâkim olan bir dostum gitmeden önce “bir diyeceğin var mı?” demişti. Bende “sıfatına layık olmak istersen önce kendine hâkim ol” demiştim…
Kendine hükmedemeyenler ahkâm kesiyorlar…
Öyle bir ahkâm ki bu; eleştiriyorum diye fikrin sahibine ya da onu savunanlara küfretmektir düpedüz kesilen ahkâm. Eleştirmek değildir aslında. Rencide etmektir bu. Küfretmektir… Bir de bildik söz vardır cehennem çukuru ağızlarında: “Efendim ben eksik olan tarafları söylüyorum.” Hadi oradan. Eksik olan tarafını söylüyormuş. Düpedüz kendi eksikliğini tamam kılmak adına üflüyorum diyemiyor da…
Kendine hükmedemeyenler…
Eleştirmek adına hüküm veren insanlar.
Kitabın ortasından konuşuyor edasıyla başlarlar sözlerine. Gerçi bu insanlar hiç kitap okumamıştır ya neyse. Hakikati söylüyorum zannıyla hakikate dair ne varsa darağacına çıkarırlar da (s)özünün yaşına bakmadan sallandırırlar. Hak adına hakikati katlederler…
Hükmedemeyenler…
Bu insanlar için fark etmez neyi niye eleştirdikleri. Dertleri hüküm versinler yeter. Futbol, ticaret, borsa, siyaset, kültür… Yeter ki dilleri şahlansın bir kere. Kim çıkarsa önüne biçer geçerler. Hatta aynaya bakınca çoğu kendine bile tahammül edemez ya…
Ölçüleri neye göredir bilemedim bu kendilerine hükmedemeyip aleme hüküm verenlerin. Ölçü demişken buraya şu hikayeyi de koyup bitirelim bu bahsi. Malum fazla söz Kur’an-a yakışır.
Vaktiyle bir yerde yaşlı bir kadıncağız yaşarmış. Tek geçimi yapıp sattığı tereyağı. Birer kilo halinde poşetler, yakınındaki bir bakkala götürüp verirmiş. Bakkal kadının getirdiği tereyağını hiç tartmaz öyle bir kilo diye müşterilerine satarmış ta ki bir müşterisi onu uyarana kadar. İşkillenmiş ve kadının getirdiği poşetlerden birini koymuş teraziye. Müşterisi haklı çıkmış çünkü tereyağı bir kilo değil 850 gram geliyormuş.
Küplere binmiş bakkal. “Hele nene bir gelsin görür gününü” deyip beklemeye koyulmuş. Zaman sonra ihtiyar kadıncağız elinde yeni tereyağlarıyla çıkagelmiş. Daha kapıdan içeri girer girmez bakkal kalkmış kükremiş. “Be edepsiz kadın. Sen insanları kandırmaya utanmıyor musun? Hadi utanmazsın Allah’tan da mı korkmazsın?”
Peşi sıra sözlerini sıralayıp tabiri caizse kırmış kadıncağızın kalemini. Kadıncağız olan bitenden habersiz şaşkın şaşkın bakkala bakıyormuş. “Evladım!” demiş güç bela “bir yanlışımı mı gördün de böyle ahkam kesersin bana?”
“Bak bak” demiş bakkal, “utanmadan hala konuşuyorsun. Senin getirdiğin tereyağlarını tarttım hepsi 850 gramdan yukarı çıkmadı. Ayıp, günah değil mi milleti kandırmaya?”
Kadıncağız acı acı gülmüş “A oğul” demiş “Benim tartım yok. Senden bir kilo şeker almıştım. Her seferinde onu tartı olarak kullanıyorum.”
Kendine hükmedemeyenler ahkâm kesiyorlar cancağızım…
Bunları siyaset adına yazmadım malum. B(aşk)a yazı yazar kalemim. Lakin biliyorum bir hükümde bu yazıya verecekler. E versinler ne yapayım. Boşuna dememiş büyükler elbet sabah olunca geceyi kimin kiminle geçirdiği belli olur diye. Sağlıcakla kal vesselam…