“Üzerinden çok geçmeyen felaketi yaşayan kardeşlerime…”
Unutmak yıllar alırdı oysa… Bir ay demeden ülkemizdeki felaketi unuttuk. Unutmak insana verilmiş bir nimettir aslına bakarsan lakin unutulmaması gereken şeyleri unutmak insanın geleceğe ihanetidir…
Unutulmaması gerekenleri unutmak insanlıktan çıkmaktır bir bakıma.
Unutmak ne peki?
İçimiz hakikati haykırırken ağyar ne der diyerek kendimize susuşlarımız mı unutmak? Gerçi derdimiz ağyar da değil. Derdimiz ağzımın tadı bozulmasının çağdaş bir yorumu. Tabi buradaki ağız tadı tamamıyla gündelik konforumuz… Çünkü hakikatleri dile getirmek insanın yerini pireler ve günümüzün çağdaş insanı konforundan ödün ver(e)mez…
Unutmak insana verilmiş bir nimettir aslında… Öyle olmasaydı insan nasıl baş edebilirdi ki bu dünyayla. Gece sıcacık ipek döşekler serili yatağına uzanıp nasıl rüyalara dalabilirdi? Ya da demli çay ve kek eşliğinde haftalık dizisini nasıl izleyebilirdi hiçbir şey olmamışçasına? Unutmak olmasa her sabah trafik işkencesine nasıl katlanabilirdi?
Unutmak nimettir…
Her zaman sana anlattığım hikayeyi yine anlatayım ister misin? O zaman hatırlayacaksın unutmanın nimet olduğunu? Haydi o zaman başlayalım:
Gencin biri mutluluk nedir öğrenmek ister ve bilge bir zatın yanında soluğu alır. Bu bilge zat oldukça büyükçe bir evde yaşarmış. Kısa bir muhabbetten sonra genç: “Mutluluğun sırrını öğrenmek istiyorum efendim” demiş ve ardından eklemiş, “Bana bunu öğretir misin?”
Bilge adam “Hay hay delikanlı” diyerek genç adamın eline bir kaşık tutuşturmuş. Kaşığın içinde ise yağ varmış. “Sana mutluluğu öğreteceğim delikanlı” demiş, “Lakin öncelikle köşkümü bir güzel gezeceksin. Fakat bu kaşığın içerisindeki yağı dökmeyeceksin.”
Delikanlı bu işe bir anlam verememiş ama denileni harfiyen yapmaya başlamış. Köşkü geziyormuş gezmesine lakin gözü devamlı kaşıktaymış. Çünkü bilge kaşıktaki yağı dökmemesini tembihlemiş. Neyse delikanlı köşkü uzun uzun gezmiş ve bilgenin yanına gelmiş. Bilge delikanlıya sormuş, “Salondaki Acem işi halıları gördün mü?” Delikanlı, “Yok efendim” diye karşılık vermiş. Bilge tekrar sormuş, “Peki kütüphanemdeki eski el yazma eserleri gördün mü? Ya da duvarlardaki eşsiz tabloları?” Delikanlı bütün sorulara “Hayır” cevabını vermiş, “Hiç birini görmedim. Yalnızca kaşıktaki yağı dökmemek için uğraştım.”
Bilge, “O zaman şimdi yine gezmeni isteyeceğim senden. Etrafa iyice bak. Unutma ki bir insanın oturduğu evi tanımazsan o insana güvenemezsin.”
Delikanlı yine elinde kaşık gezmeye başlamış. Öyle geziyormuş ki her anını beynine kazıyormuş. Gezmesi bitince gelip gördüklerini bir bir bilgeye anlatmış. Delikanlıyı sabırla dinleyen bilge adam; “Peki” demiş “Sana verdiğim kaşıktaki yağ nerede?”
Delikanlı mahcup bir halde elindeki kaşığa bakmış ve yağın dökülmüş olduğunu görmüş. Bilge ise; “Delikanlı!” demiş “Mutluluğun sırrı, dünyanın bütün harikalarını görmektir lakin kaşıktaki yağı UNUTMADAN.”
Cennetten büyük bir derde düşen Hazreti Âdem’in çocuklarıyız biz. Unutmak olmasa bu dert yurdunun sahte güzelliklerine kanar ve acımızı unutur muyduk?