Fatih BABAOĞLU
Köşe Yazarı
Fatih BABAOĞLU
 

ANMAKTAN ÖTE…

Mart ayı geldi…  Anılası önemli günleri ve haftaları olan Mart ayı… Canım insanlarımızın sosyal medyadan rahat rahat kutlama mesajı çekerek dolu dolu geçireceği bu aydan neler yok ki, Deprem haftası, Yeşilay Haftası, Dünya Kadınlar Günü, Bilim ve Teknoloji Haftası, İstiklal Marşının Kabulü, Tıp Bayramı, Pi Günü, Çanakkale Zaferinin Yıldönümü, Dünya Mutluluk Günü, Nevruz Bayramı, Dünya Şiir Günü, Dünya Down Sendromu Farkındalık Günü, Dünya Kukla Günü, Dünya Ormancılık Günü, Dünya Çocuk Şiirleri Günü, Su Günü, Kütüphane Haftası, Tiyatro Günü ilahiri…    Elbette bu tek güne sıkıştırılan(!), ya da hafta(!) olarak isimlendirilip de tek bir güne(!) sıkıştırılan bu önemli anlar hakkında sayfalarca yazı yazmak işten değil elbet lakin derdim başka… Prof. Dr. Hüseyin Muşmal’ın tabiriyle Mart tarihçilerin zekât ayı… Ramazan İmamın, Ağustosta yılanın ise Mart ayı da tarihçilerin ya da bencileyin tarihçi olmak zorunda kalanların. Şimdi gelelim asıl derdime. Zaman zaman dile getiriyor olsam da; derdim, anmaktan öte anlamaktır vesselam. Zaten anmak yerine anlasaydık (y)anardık. Günü kurtarmak adıyla bürokratik kaygıyla yapılan anmalar zannımca bir futbol topunun içindeki kadardır. Anmak için anlamak gerekir. İnsan anlamadığını anamaz. Anarım diyen var ise o da sınava saatler kala çalışan öğrencinin dersi anladığı kadardır. Anlamayan anamaz, ansa bile yaşayamadığı için yaşatamaz. Gelelim hikâyemize. Bu arada bu hikâyeyi anmak adına değil anlamak adına anlatıyorum. Yüreğinle oku, oku ki anlayasın. Sene 1914 Birinci Dünya Savaşı başmış. Bir taraftan Batı yüreğindeki bütün habis duygularıyla Çanakkale’ye dayanmış. Diğer taraftan Mekke Şerifi  Hüseyin ve oğullarını Osmanlı’ya karşı kışkırtmışlar. İşte Şerif Hüseyin’i hizaya getirmek ve buradaki fesada nihayet vermek için Teşkilatın meşhur reisi Eşref Bey, Mehmet Akif, Süvari Binbaşı Mümtaz Bey, Şerif el Tunusi, Sudanlı Zenci Musa gönderilir. Bu isimler bir hayli zor şartlar içerisinde görev yaparlar. Öyle ki gündüz elli dereceye kadar çıkan sıcaklar, gece sıfır dereceye inmekte ve gün aşırı kum fırtınaları, bedevi baskınlarına rağmen görev yaparlar. Yalnız Akif’in derdi başkadır. Belli aralıklarla telgraf başındaki Kuşçubaşı Eşref’ten sürekli Çanakkale’yi sorar. Hatta o kadar ileri gider ki son günlerde on dakikada bir “Çanakkale’den bir haber var mı Eşref Bey?” diye sorar. Nihayet birkaç gün sonra beklenen haber gelir. Kuşçubaşı Eşref Bey El Muazzam istasyonunda telgraf memuru İzzet Efendi’nden alır müjdeyi. Harbiye Nazırı Enver Paşa Çanakkale Zaferinin müjdesini vermiştir. O sırada Mehmet Akif yine aynı kaygı ve telaşla çadıra koşarak gelir. Yine sorar: “Çanakkale, Çanakkale’den bir haber var mı Eşref Bey?”  Kuşçubaşı kollarını iki yana açarak; “Müjde üstadım!” der “Çanakkale geçilmedi. Muhteşem bir zafer. Dualarınız kabul oldu.” Müjdeli bir haber alan insan ne yapar? Sevinir, bağırır, ne bileyim oynar, hop zıplar değil mi? Ama Akif tam tersine bu haberi duyar duymaz bir meyyit sessizliğine bürünür. Dilinden bir “Elhamdülillah” kurtulur. Sonra çadırdaki ibriği alıp abdest alır. Çölün kumları üzerine iki rekat şükür namazı kılar ki Kuşçubaşı bu namazı söyle tarif eder: “Son secdeye gitti. Bir türlü kalkmak bilmiyordu. Öldüğün zannettim. Yanına yaklaştım. Alnını koyduğu yer gözyaşlarıyla ıslanmıştı. Sessizce hıçkırıyordu.” Neden sonra Akif namazı bitirdikten sonra Kuşçubaşından bir kağıt ve kalem ister. Masaya oturur ve “Çanakkale Şehitlerine” adlı eserini yazar. Azıcık şiirle uğraşan bilir ki bir şiirin anında vücuda gelmesi bir hayli güçtür. Anlamak… Yanmaktır vesselam.
Ekleme Tarihi: 08 Mart 2022 - Salı

ANMAKTAN ÖTE…

Mart ayı geldi… 

Anılası önemli günleri ve haftaları olan Mart ayı… Canım insanlarımızın sosyal medyadan rahat rahat kutlama mesajı çekerek dolu dolu geçireceği bu aydan neler yok ki, Deprem haftası, Yeşilay Haftası, Dünya Kadınlar Günü, Bilim ve Teknoloji Haftası, İstiklal Marşının Kabulü, Tıp Bayramı, Pi Günü, Çanakkale Zaferinin Yıldönümü, Dünya Mutluluk Günü, Nevruz Bayramı, Dünya Şiir Günü, Dünya Down Sendromu Farkındalık Günü, Dünya Kukla Günü, Dünya Ormancılık Günü, Dünya Çocuk Şiirleri Günü, Su Günü, Kütüphane Haftası, Tiyatro Günü ilahiri…   

Elbette bu tek güne sıkıştırılan(!), ya da hafta(!) olarak isimlendirilip de tek bir güne(!) sıkıştırılan bu önemli anlar hakkında sayfalarca yazı yazmak işten değil elbet lakin derdim başka…

Prof. Dr. Hüseyin Muşmal’ın tabiriyle Mart tarihçilerin zekât ayı… Ramazan İmamın, Ağustosta yılanın ise Mart ayı da tarihçilerin ya da bencileyin tarihçi olmak zorunda kalanların. Şimdi gelelim asıl derdime.

Zaman zaman dile getiriyor olsam da; derdim, anmaktan öte anlamaktır vesselam. Zaten anmak yerine anlasaydık (y)anardık. Günü kurtarmak adıyla bürokratik kaygıyla yapılan anmalar zannımca bir futbol topunun içindeki kadardır. Anmak için anlamak gerekir. İnsan anlamadığını anamaz. Anarım diyen var ise o da sınava saatler kala çalışan öğrencinin dersi anladığı kadardır. Anlamayan anamaz, ansa bile yaşayamadığı için yaşatamaz.

Gelelim hikâyemize. Bu arada bu hikâyeyi anmak adına değil anlamak adına anlatıyorum. Yüreğinle oku, oku ki anlayasın. Sene 1914 Birinci Dünya Savaşı başmış. Bir taraftan Batı yüreğindeki bütün habis duygularıyla Çanakkale’ye dayanmış. Diğer taraftan Mekke Şerifi  Hüseyin ve oğullarını Osmanlı’ya karşı kışkırtmışlar. İşte Şerif Hüseyin’i hizaya getirmek ve buradaki fesada nihayet vermek için Teşkilatın meşhur reisi Eşref Bey, Mehmet Akif, Süvari Binbaşı Mümtaz Bey, Şerif el Tunusi, Sudanlı Zenci Musa gönderilir.

Bu isimler bir hayli zor şartlar içerisinde görev yaparlar. Öyle ki gündüz elli dereceye kadar çıkan sıcaklar, gece sıfır dereceye inmekte ve gün aşırı kum fırtınaları, bedevi baskınlarına rağmen görev yaparlar. Yalnız Akif’in derdi başkadır. Belli aralıklarla telgraf başındaki Kuşçubaşı Eşref’ten sürekli Çanakkale’yi sorar. Hatta o kadar ileri gider ki son günlerde on dakikada bir “Çanakkale’den bir haber var mı Eşref Bey?” diye sorar.

Nihayet birkaç gün sonra beklenen haber gelir. Kuşçubaşı Eşref Bey El Muazzam istasyonunda telgraf memuru İzzet Efendi’nden alır müjdeyi. Harbiye Nazırı Enver Paşa Çanakkale Zaferinin müjdesini vermiştir. O sırada Mehmet Akif yine aynı kaygı ve telaşla çadıra koşarak gelir. Yine sorar: “Çanakkale, Çanakkale’den bir haber var mı Eşref Bey?” 

Kuşçubaşı kollarını iki yana açarak; “Müjde üstadım!” der “Çanakkale geçilmedi. Muhteşem bir zafer. Dualarınız kabul oldu.”

Müjdeli bir haber alan insan ne yapar? Sevinir, bağırır, ne bileyim oynar, hop zıplar değil mi? Ama Akif tam tersine bu haberi duyar duymaz bir meyyit sessizliğine bürünür. Dilinden bir “Elhamdülillah” kurtulur. Sonra çadırdaki ibriği alıp abdest alır. Çölün kumları üzerine iki rekat şükür namazı kılar ki Kuşçubaşı bu namazı söyle tarif eder: “Son secdeye gitti. Bir türlü kalkmak bilmiyordu. Öldüğün zannettim. Yanına yaklaştım. Alnını koyduğu yer gözyaşlarıyla ıslanmıştı. Sessizce hıçkırıyordu.”

Neden sonra Akif namazı bitirdikten sonra Kuşçubaşından bir kağıt ve kalem ister. Masaya oturur ve “Çanakkale Şehitlerine” adlı eserini yazar. Azıcık şiirle uğraşan bilir ki bir şiirin anında vücuda gelmesi bir hayli güçtür.

Anlamak…

Yanmaktır vesselam.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve seydisehirinsesi.com.tr sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Diğer Yazıları

30
Mayıs
23
Mayıs
02
Mayıs
25
Nisan
18
Nisan
11
Nisan
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.