Ramazan bitti… Siyaset bitti… Bitmez denilen ve sanılan nice şeyler bitti. Bitmeyen tek şey akan mazlum kanı…
Biliyorum bu sefer uzun bir süre beklettim seni. Dedirtmemek için beklettim çünkü. Neyi mi? Dedirtmemen gereken şeyleri dedirtmemen için bekledim ve beklettim. Sana bir kıssa anlatacağım. Sakın laf deyip geçme cancağızım. Harf harf yüreğini kanatsın diye yazdım bu kıssayı.
Hz. Ömer’i hilafet yılıydı. Ashabın ileri gelenleriyle beraber otururlarken iki delikanlı Hz. Ömer’in yanına geldiler. Yanlarında kollarından sıkıca tuttukları bir adam da vardı. Huzura gelince dediler ki: “Ey Halife! Biz iki kardeşiz. Babamız bahçede dolaşıyorken, bu adam tarafından öldürülmüştür. Kısasa kısas ister Hakkın yerini bulması dileriz.”
Hz. Ömer gençlerin getirdiği adama sordu: “Adamlar doğru mu söylüyor? Kendini nasıl savunacaksın?”
Adam büyük bir vakar ve sükûnetle Halifenin sorusunu cevapladı: “Ye Emir-el müminin! Bu iki genç doğru söylüyor. Lakin müsaaden olursa hadiseyi bir de ben anlatmak isterim. Dinledikten sonra ne emir buyurursanız boynum kıldan ince. Ben bir çöl adamıyım. Ailemi yanıma alıp buralara gezmeye geldim. Gittiğimiz yol bizi bahçeler arasına getirdi. Atımla giderken bahçelerin duvarından sarkan bir dala hayvan boynunu uzattı ve daldan kopardı. Derhal atı tutup çektim ama o sırada duvar kenarında bir ihtiyar öfkeyle bize doğru geliyordu. Öyle sinirliydi ki; elinde tuttuğu taşı ata doğru atınca zavallı hayvan cansız şekilde yere yığılıverdi. Bu durum karşısında ben de sinirlendim. Taşı tuttuğum gibi adama doğru geri fırlattım. Eceli gelmiş ki, o da bir feryatla oracıkta ölüverdi. Sonu malum bu delikanlılar benden daha atik davranıp beni yakalayıp huzuruna getirdiler.”
Hz. Ömer bir müddet düşündükten sonra: “Cinayetini itiraf ettin. Bu yüzden kısas gerekli” buyurdu.
Genç adam sakin bir şekilde dedi ki; “Mademki şer’i hükümdür, itaat gerekir. Boynum kıldan incedir. Lakin geride ailemi bıraktım. Küçük bir de kardeşim var. Babam ölmeden ona ayırdığı parayı ona vermem için bana emanet etmişti. Şimdi kısas hükmünü yerine getirirseniz yetim hakkı zayi olur. Ailem zayi olur. Demem o ki ana üç gün müsaade buyurursanız gider emanetleri teslim eder ailemin güvenini temin eder gelirim.”
Hz. Ömer bir müddet düşündükten sonra; “Güzel dedin de geri geleceğin ne malum. Kefil bulabilir misin?”
Kimseden ses çıkmayınca Hz. Ömer kalabalığa dönerek: “Kim bu gence kefil olur?” diye sordu. O sırada sadece bir kişinde ses çıkmıştı. O da Ebu Zer Gıfari Hazretleriydi: “Ben kefil olurum.” Davacılar bu durum karşısında şaşırdılar elbette. Bu büyük sahabenin kefilliğini kabul edip adamı saldılar. Aradan üç gün geçmişti. Zamanın dolmasına saatler kalmıştı. Davacılar Hz. Ömer’in yanına gelmişti. Hz. Ebu Zer de orada hazır bulunuyordu. Davalı adamdan bir ses çıkmıyordu. Herkes nefesini tutmuş bekliyordu. O sırada davacı gençlerden biri: “Ey Ebu Zer! Kefil olduğun adam nerede? Hiç giden gelir mi? Bizse, sen kefaletini ödemeden yerimizden kıpırdanmayız” dediler.
O sırada Ebu Zer Hazretlerinde hiç telaş yoktu. “Durun!” dedi “Daha zaman var. Hele müddet bitsin. Delikanlı dönmediği takdirde Allah hakkı için kefalet neyi gerektiriyorsa razıyım.”
Nihayet vakit dolmuş, heyecanlı bekleyiş doruk noktasına ulaşmıştı ki, kan ter içinde o delikanlının hızlıca geldiği görüldü. Özür dileyerek şöyle dedi; “Yetim kardeşimi dayısına teslim ettim. Paraları ona verdim. Karımı ve çocuklarımı da kayınpederin yanına yerleştirdim. Memleketimin uzaklığından ve çölün sıcaklığından dolayı ancak gelebildim.”
Hz. Ömer, adamın ahde vefasına hayran kaldığını söyleyip, “Dileseydin gelmeyebilirdin neden geldin?” diye sordu.
“Mert olan sözünde durur. Ölümden kurtulan var mı? Dünyada ahde vefa kalmadı dedirtmemek için geldim.”
Hz. Ömer bu cevap karşısında Ebu Zer’e döndü: “Sen tanımadığın halde, gelip gelmeyeceğini bilmediğin halde niye canın pahasına kefil oldun?”
Ebu Zer cevapladı: “Elbette ben bu adamı tanımam. Âlemde fazilet kalmamış, Müslümanlar arasında söze itimat kalmamış dedirtmemek için kabul ettim”
Bu göz yaşartıcı tablo karşısında davacılar o anda davalarından vazgeçtiler. Niye böyle yapıldığı kendilerine sorunca: “Müslümanlar arasında merhamet ve insaf kalmamış dedirtmemek için” cevabını vermişler.
Sana bu satırları cancağızım dedirtmemek için yazdım.