Vakitlerden bir vakit, mevsimlerden bir mevsim, aylardan bir ay ve günlerden bir gün. Vaktine gebe kalmış bir müjde ile şuan susmayı görev bilmiş bir tarih.
Nefesten nefesin, kalpten bir başka kalbin ve vücuttan başka bir vücudun, dünya alemine hediyesi ile başlayan bir hikaye bu.
Avazı çıktığı kadar bağırarak duyurmak istedi kendini. Var olmanın çabasına attığı bu ilk adımdı. Sarıp sarmalandı, aramasın anne karnını diye sıcacık battaniyeler örtüldü üzerine. Sığdığı minik dünyasından çok daha büyük bir âleme gelmişti, bu yüzden zor oldu bu büyüklükte ısınması. Gözler gördü, tebessüm eden dudaklar ve yüzler gördü. Gördüğü hiçbir şey onu ısıtmıyordu ama, taa ki anne kucağını görene kadar.
Can parçası annesi aldı onu kucağına, koklayıp kucaklayarak ruhunu, sütüyle de karnını doyurdu. Bu kucak sıcaktı, artık ısınmıştı ve aldığı bu koku ona tanıdık gelen tek koku olmuştu. Müzehher olmayı ilk böyle tatmıştı. Evine geldiği vakit, onunla beraber bereket ve bolluk da gelmiş, huzur ve sakinlik sinmiş, evin babası "bu ev mis kokuyor, çiçekler açmış sanki" diye şükretmişti. Bir bayram havası edası ile gülümsüyordu herkes, o gün anladı ki anneciğinin ve babacığının müzehheri oydu. Annesinin kokusuna yüklediği anlam kadar büyüktü ebeveynlerinin de kendisine yüklediği anlam. Bu böyle devam etti, minik kalbi bu aileyle büyüyecekti. Attığı ilk adımda bayram oldu, söylediği ilk kelimede bayram oldu. Yürüdü, koştu, büyüdü, güldü, okullu oldu, okumayı öğrenip mektuplar yazdı anne babasına, oynadı, anılar biriktirdi bol bol hafızasına, hepsinde bayram oldu. Aldığı nefesi bile bayram sayacak bir ailenin müzehheri oldu.
Büyüdükçe yaş aldı, hayat ona iyi kötü birçok tecrübe yaşattı, sevdi ve sevildi. Sevilmeyi zaten doğduğu ilk andan bilirdi o, yabancı değildi. Öyle güzel sevdi ki onu annesi ve babası, sevginin tesirini, gücünü, anlamını herkesten daha iyi anladı. Görmese bilemezdi, zîraa insan görmediği şeyin yabancısıdır.. İnşa eyledi Allah! Birinin eşi, birinin annesi, birinin gelini, komşusu, arkadaşı, akrabası oldu. Hayatın içinde birbirinden farklı kimliği oldu. Yer ve mekan fark etmeksizin gittiği her yerde, bulunduğu her mekanda, konuştuğu her kelâmda, dokunduğu her hayatta da müzehher olabilmeyi başardı. Başardı diyorum çünkü var olduğundan beri ailesinin ona iliştirdiği bu sıfat, onun benimseyip kimlik edindiği ve yerine getirmesi gereken bir görev değil de zaten sahip olduğu bir cevheri paylaşmasıydı. Bu yüzden o hep kendine yakışanı yaptı.
Bu dünyada müzehher olan ve olabilmeyi başaran tek varlık, kadındır. Doğar, doğduğu evi süsler, okullu olur okuduğu sınıfı ve öğretmeninin bahçesini süsler, meslek sahibi olur, taş duvarları bile süsler, evlenir eşinin gönlünü süsler. Anne olur, küçük bir kalbin tüm dünyasını süsler. Ve bir anne çiçek açarsa, toplum ve ülke müzehher olur. Bu ülkenin dağlarında açan her çiçeğin kokusu, şifa olur, huzur olur.
Müzehher olan tüm kadınlara ithafen, sevgilerimle…