Boğuldum... Sadece seyre daldığımı düşündüğüm denizde, ona yakın oldum diye boğuldum. Esir oldum... Oysa, sadece bir süreliğine alıkonulduğumu sandığım için esir oldum. Yandım... Elimi uzattığım şey sadece gönlümü ısıtmak için, bin bir çaba ile ulaştığım güneşti ve ben o parıltının beni kör etmesiyle yandım. Gönlümüzü ve nefsimizi avutmak için, istediklerini vermekle geleceğini sandığımız şeyin adı mutluluk değildi. Sadece bir kez yaşanacak olduğunu bildiğimiz anların değeri ve yeri heva olmamalıydı.
Yaşadığımız sürece arayışta olduğumuz huzur, öncelikle ruhun mutmain olmasıyla mümkün olabilirdi ancak mutluluk veren diğer olgular sonradan gelen bir şeydi. Hevâsına kapılan her nefis, sonunu en dipte bulacak ve tek yanlışın bile tüm doğruları götürebileceğini tecrübe ile öğrenecekti. Simyacı ‘da yazdığı gibi, kristal bardakta çay satma fikri birçok kişiye cazip gelmiş, tüm kristalcilerde çay ikramı başlamıştı fakat buna rağmen hepsi sinek avlamıştı. Peki neden? Dik bir yokuşun sonunda soluklanma ihtiyacından doğmuştu çünkü kristal dükkanına varan müşteriye çay ikram etmek ve yine bir tek orda işe yaramıştı bu fikir. Yani hevânın içerisinde saklı olan taklit etme duygusu, içinde saklı olduğu duygu üzere, hayal kırıklığından başka bir şey değildi. Hevâsına kapılmamak temennisi ile tereddüt ettiğimiz ama buna rağmen yaşadığımız şeyler de bir kazanç sağlamaz çünkü tereddüttün getirdiği korku, anlık olarak yaşatmaz bize duyguyu. Boğulmadan, esir olmadan ve yanmadan bir yolculuk yapıp menzile varmak istiyorsak şayet, hevânın yanında,yakınında,gölgesinde,ötesinde,berisinde ve hatta havasında suyunda dahi bulunmadan, aldanan ve aldatanlardan olmamalıyız.Hevâsız hayatlar yaşamak dileğiyle..