Dört duvarın arasında gözlerini açıp, dünyaya hoş gelme çabası ile yaşayan bir Âdem'im. İlk nefeste attığım ağlama çığlıkları, can olabilmem için çıkan renkli sesim. Refleks olarak tuttuğum ilk el, annemin eli. Babam ise, ilk gülümsememin sebebi. Kıvırcık marulu andıran saçlarımla, koyu kahverengi kocaman gözlerimle, tombul ve tembel bir bebeklikten, çocukluğa geçiş nedenim ise kardeşim. Sahi, yolculuktan haberi var mıydı acaba bu Âdem'in?
İstanbul'u tanımak için henüz çok erken olsa gerek ama asil bir görev uğruna ilk gördüğüm yer orasıydı. Güzel ve renkli bir şehire dair hatırladığım en kalıcı şey ise, Gülhane parkı ve pembe bal kabağı şekilli dönme dolap. En sevdiğim oyuncak, maymunum en sevdiğim kıyafet ise annemin bana ördüğü kırmızı kazak ve etekti. Hâlâ gözümün önünde, nasıl da tatlı bir çocuğum. Travma denen hayatın karanlık yüzündeki ilk selamı, bir gazete sayfasıyla görmemi sağlayan şey de yolculuğumun bir parçası oldu. Görevde sandığım babamın hain bir saldırı sonucu yaralı olup hastanede yattığını, annemden gizli gazete kağıtlarını keserken öğrendim ben. O zamanlar en büyük zevkimdi, kağıdı katlayıp kesince sonrasında ortaya çıkan şekiller çok mutlu ediyordu beni. Sonrası mı?
Hastane, dayımla birlikte babama aldığım muz, doktorlar ve karışık bir kalabalık hatırlıyorum. Çok şükür ki, babam sağ ve evimizdeydi ve diğer çocuklar benim kadar şanslı degildi,onlar birer şehit çocuğuydu artık. Derken bu serüven, Nusaybin ile devam etti. Orda abla oldum, zenci kadar esmer olduğunu düşündüğüm zeytin gözlü kardeşim ve ilkokul 1 ve 2.sınıf günlerim, oldukça renkli ve hızlı geçti. Oraya dair hatırladığım en iz bırakan şey travma sepetime eklediğim, çatışmalar, silah sesleri, korku ve babamı bir daha görememek olsa da gözümün önünde öldürülen o adamın yüzü en baskın şey galiba. Şimdi görsem tanırım, hala gözümün önünde. Her kötü şeyin iyiki sonu var, oradan tayin olduğumuz Seydişehir, bize iyi gelen bir belde oldu.
İkinci kardeşim, turuncu saçlı, sarışın bir bebekti. Evimize geldiği gün ve aramızdaki on iki yaşa rağmen heyecanım ve sevincim çok fazlaydı. Derken ortaokul, lise dönemlerini geçirdiğim bu şehir, memleketim gibi olmuştu artık. Buradan sonra tayin olup gittiğimiz yerlere ve üniversite hayatıma rağmen, kader çizgisi bana tekrar bir yol çizmişti buralara doğru. Artık evli ve Seydişehirliydim. Ve seneler oldu hâlâ burada, burayı seve seve yaşamaya devam ediyorum. Ve gözümü açtığım o dört duvardan, buralara kadar gelmemin bir adı olmalı diye düşünüyorum. Buna kendimce "kompozisyon" diyorum. Giriş bölümü oldukça hareketli ve travmalı olan bir yazı olarak ben, şuan gelişme bölümünde olduğumu düşünüyorum.
Ve keşke hep gelişme bölümünde olsam, bana gelişmem gerektiğini hatırlatan bir uyarıcı olsa bu güzellik. Dileğim bu yönde tabi ama sonuç bölümüne ne zaman gelirim, ne zaman ve ne şekilde veda ederim bilmiyorum. Bilmem de mümkün değil, bunu da biliyorum. Şimdilik sadece, güzel bir veda için, hoş bir seda bırakma çabasında ve uğraşındayım. Ve biliyorum ki, bitişi olsa da bu kompozisyonun, başka bir başlık altında, başka bir diyarda yazıya dökecek beyaz bir sayfa, mutlaka bulacağım. Kompozisyonum, bitmeyecek ve ben hep yazacağım..