Dündü…
Dostum, ağabeyim Çetin Hoca'm ziyarete geldi bizim iki kapılıya… Selam, kelam derken çayımızı yudumlarken sordu: "Bu hafta ne yazacaksın?"
"Bilmem" dedim, "Bakalım ne lütfedilecek, ne yazacağız?"
Akşam eve geldim. Yemekten sonra odama çekilip ne yazacağız diye masada acı çekerken oğlum Ahmet çıkageldi yanıma. Kucağında Mevlana Müzesinin tanıtım broşürü kafasında semazenlerin taktığı dal sikke.
"Baba" dedi. Elindeki broşürde destarlı bir sikkeyi göstererek "Benim Mevlana'm niye böyle değil?" diye sordu. Dilim döndüğünce anlatmaya çalıştım ama nafile Ahmet efendi sorunun birisi bitmeden yenisini soruyordu. "Anlaşıldı" dedim "bu böyle olmayacak" bilgisayarı açtım ve Mevlevilik hakkında videoları, resimleri Ahmet Efendiye göstermeye başladım. Arakiye, sikke, destar, hırka, tennure, destegül elifi named, post, şeyh diye Mevlana'nın ummanlarında gezinirken Hanım'ın: "Saat kaç oldu derviş efendiler!" sözüyle kıyıya çıktık. Ahmet annesinin kucağında yatmaya giderken eliyle destarlı sikkeyi gösterip "Büyüyünce bundan giyecem" dedi.
Daha üç yaşında bir çocuk! Neden, niye diye fikir girdabında boğuşurken imdada yine Hanım yetişti. Kahvemi höpürdetirken -sana borcum olsun- bu çocuk niye böyle yapıyor diye sordum. Hanım verdiği cevap ise çok manidardı
"SEVİYOR ve BİLMEK istiyor."
Bildiğinin cahili, bilmediğinin âlimi Fatih dedim kendi kendime. Üç yaşında konuşmayı yeni söken bir çocuk "SEVMEK" için "BİLME"nin derdine düştüyse daha ne düşünüyorsun ne yazayım diye. Al yazacağını sana gösterdiler.
Sonra gözlerimden iki damla yaş süzüldü Mesnevi okurken. Okuduğum sayfada ise şu beyitler vardı:
"Bir doğan Şahın elinden kaçtı bir şey bildiğinden değildi/Geldi gördü ki ihtiyar bir kadın un elemekteydi
Hamur yapıp ekmek pişirecekti evladına/O ihtiyar kadın baktı doğanın istidadına
Ayağını bağladı, kanadını kırdı, kesti tırnağını/ Önüne yığdı saman zannetti doğanın gıdasını
Dedi ki "Vah zavallı! Ehil olmayanların elinde kalmışsın/İkram görmemişsin kanadını tırnağını uzatmışsın
Yazık! O na-ehillerin elinde hastalanmışsın/ Gel annene, sana baksın, seni sağaltsın"
Cahilin sevgisi de vefası da böyledir Onun gidişi yürüyüşü aralıksız eğridir"
Sabah ezanı okunuyordu. Usulca çocukların odasına girdim. Yataklarında yazılmayı bekleyen iki kitap uyuyordu. Kalem gibi dikildim kaldım odanın ortasında.
Cancağızım Çetin Hoca'ya söyle: "Ne yazacağımı artık biliyorum."