Görmek gerek artık cancağızım…
Ama nasıl?
Görmek bakmaktan fazlasıdır… Bakmak tamamen göze ait ise görmek kalbin işidir.
Rahatın ve konforun içindeyken biz yani imkân akvaryumundayken okyanusu görmeye öykünüyoruz. Rutin bir hayat diye dudak kıvırdığımız, bir elimiz yağda diğeri balda hayatlarımızda imkanın sınırlarını görmek istiyoruz…
İmkanın sınırlarını görebilmek için imkansız olanı denemek lazım… Yüreğin yetiyor mu? Bunca rahatını terk edip imkansızı deneyip okyanusta kulaç atma cesaretin var mı?
Görmek gerek artık cancağızım…
Geçenlerde yağmurlu bir havada gökkuşağı çıktı. Kızım akşam sofrada heyecanlı heyecanlı gökkuşağını annesine anlatıyordu. Bir ara hayıflandı “Keşke hep gökkuşağı olsa” diye. “Küçük hanım!” dedim “Gerçekten bir gökkuşağı görmek istiyorsan, önce yağmurun yağması gerekli.”
Görmek gerek…
Nasıl?
Goethe olması lazım “İnsan kalbinde ne taşırsa dünyayı da öyle görür” demiş. Net teşhis koymuş ortaya. Kalbinde ne taşırsan…
Gelelim kıssadan hissemize; bu hikayede kendini görebilecek misin bak bakalım…
Aziz Mahmut Hüdâyi Hazretleri bir gün, Sultan Ahmet Hanla sarayda sohbet ediyorlardı. Namaz vakti geldiğinde abdestini tazelemek istedi. Hizmetçiler ibrik ve leğen getirince koca padişah hocasına hürmet için ibriği eline alarak abdest suyunu döktü. O sırada Sultan Ahmet Hanın annesi de köşeden onların bu halini seyrediyordu. Vâlide Sultan içinden: “Aziz Mahmut Hüdâyî’nin bir kerametini görseydim” geçirmişti.
Bunun üzerine Hüdâyî Hazretleri, Valide Sultan’ın gönlünden geçenleri duymuş gibi: “Hayret!” demiş, “Bazıları bizim kerametimizi görmek isterler, Halîfe-i rûy-i zemîn’in elimize su döküp, muhterem validelerinin havlu hazırlamasından daha büyük kerâmet mi olur?”
Görmek o kadar zor değil…
Kalbini fazla yorma yeter…