Pınar KOCAMAN
Köşe Yazarı
Pınar KOCAMAN
 

BİLDİKLERİMİZLE UYUMLU YAŞIYOR MUYUZ?

Bu çağın insanının yaşadığı en büyük sıkıntılardan birisi de, çok fazla bilgiye, çok hızlı bir şekilde ulaşmasıdır. “Bunun neresinde sıkıntı var“ diyenleriniz olabilir. Ancak duruma şöyle bir benzetme ile bakarsak, idrak etmek daha kolay olabilir. Midesini durmadan zararlı yiyeceklerle, abur cuburla, dolduran birini düşünelim. Nasıl ki bir süre sonra midesi bozulmaya başlarsa, tıpkı bu misal, faydasız yahut gereksiz bilgilerle zihnini dolduran insanlarında bir süre sonra zihin sağlığı bozulmaya başlar. Ya da yeterince çiğnemeden öylece yutulan büyük lokmaların mideye oturması gibi, hazmedilmeyen bilgiler de bir müddet sonra insana sıkıntı vermeye başlar. Tıpkı, yeni doğan bebeğe, sadece anne sütü verilmesi gerekirken, faydalı diye, balık vb türlü türlü yiyeceklerin verilemeyeceği gibi, İnsana da hazır olmadan gelen her bilgi fayda değil zarar getirir. … Yine bilgiyi kendine yük edinen insan, çok bilmenin altında ezilir. Bazen bu bilgiler korkuları ve vesveseleri beraberinde getirirken, bazen de “ben bilirim” halinin getirdiği gizli kibirle, insanı hem kendine hem de çevresine karşı zulm eder bir hale getirir. Hatta bu halin içinde olan insanlar, toplumda çoğu zaman “çok bilmiş” diye tabir edilir. Oysa mesele çok bilmekte değildir. Önemli olan, öğrendiği bilgilerin tıpkı yiyecek örneğinde olduğu gibi, yaşamına katkı sağlayacak şekilde, faydalı olması ve hazmedebileceği şekilde, uygun miktarda ve uygun zamanlarda alınarak içselleştirilmesidir. Yani hal edilmeyen, insanı iyiye, güzele dönüştürmek üzere yaşamına geçmeyen bilgiler, insanı kitap yüklü eşekler haline getirir. … Öyle ki, bugün sosyal medya ve internet üzerinden zahmetsizce ulaşılan videolar, sohbetler, yazılar ve programlarla çok çeşitli Bilgi’ye maruz kalan insan zihni, bu bilgileri sindirip, bünyesinde eritecek süreyi kendisine tanımadığı zaman, aşırı yüklenme sebebiyle deyim yerindeyse, devrelerini yakar. Her uzmandan başka bir görüş, başka bir açıklama derken, bir bakar ki, sürekli akımların, kişilerin ve bilginin peşinde koşan ve algısı kolayca yönetilen biri olmuş… Moda akımı şeklinde, farklı farklı dönemlerde popüler olan bu sözde “doğrular” ve “yanlışlar”, bir zaman sonra “aaa nasıl böyle bir şey yapmışız, bize bunları iyi / güzel / doğru diye nasıl da yutturmuşlar” diyerek peşinden koltuğu akımların, doğru bildiği yanlışların pişmanlığını yaşar. Kimi zaman şan, şöhret, para için, kimi zaman da maddi ve manevi çıkarları için insanların algılarını yöneten, rant uğruna sanki öyleymiş gibi bir algı yaratan medyanın ya da şahısların, kuruluşların oyuncağı olur ve hayatını her geçen gün daha da zorlaştırır. Sözde “mükemmel” olacağım derken, farkına varmadan bilginin kölesi olur. Hatta bu zan edişleri sebebiyle, sanki o bilgiler mutlak doğruymuşçasına, ölesiye tartışarak, hem sevdiklerini kırar, hem de kendini yorar. … Dolayısıyla çok bilmenin tutsaklığından özgürleşen insan, hissetmenin tadına varır ve gücünü Gönlünden alır. Her şey mümkün diyerek, Gönlünü Özgür bırakır ve hiç bir bilgiyi saplantı yahut tabu haline getirmeden gözlemlemeye ve deneyimlemeye izin verir. O halde bilmeye değil hissetmeye olsun yolculuk… Hissederken yaşamak, yaşarken de hissetmek üzere, sadece birer araç olsun bilgiler.. Şimdi bir daha dönüp bakalım kendimize; BİLDİKLERİMİZLE UYUMLU YAŞIYOR MUYUZ?
Ekleme Tarihi: 25 Ocak 2024 - Perşembe

BİLDİKLERİMİZLE UYUMLU YAŞIYOR MUYUZ?

Bu çağın insanının yaşadığı en büyük sıkıntılardan birisi de, çok fazla bilgiye, çok hızlı bir şekilde ulaşmasıdır. “Bunun neresinde sıkıntı var“ diyenleriniz olabilir.
Ancak duruma şöyle bir benzetme ile bakarsak, idrak etmek daha kolay olabilir.
Midesini durmadan zararlı yiyeceklerle, abur cuburla, dolduran birini düşünelim. Nasıl ki bir süre sonra midesi bozulmaya başlarsa, tıpkı bu misal, faydasız yahut gereksiz bilgilerle zihnini dolduran insanlarında bir süre sonra zihin sağlığı bozulmaya başlar.
Ya da yeterince çiğnemeden öylece yutulan büyük lokmaların mideye oturması gibi, hazmedilmeyen bilgiler de bir müddet sonra insana sıkıntı vermeye başlar. Tıpkı, yeni doğan bebeğe, sadece anne sütü verilmesi gerekirken, faydalı diye, balık vb türlü türlü yiyeceklerin verilemeyeceği gibi, İnsana da hazır olmadan gelen her bilgi fayda değil zarar getirir.
Yine bilgiyi kendine yük edinen insan, çok bilmenin altında ezilir. Bazen bu bilgiler korkuları ve vesveseleri beraberinde getirirken, bazen de “ben bilirim” halinin getirdiği gizli kibirle, insanı hem kendine hem de çevresine karşı zulm eder bir hale getirir. Hatta bu halin içinde olan insanlar, toplumda çoğu zaman “çok bilmiş” diye tabir edilir.
Oysa mesele çok bilmekte değildir. Önemli olan, öğrendiği bilgilerin tıpkı yiyecek örneğinde olduğu gibi, yaşamına katkı sağlayacak şekilde, faydalı olması ve hazmedebileceği şekilde, uygun miktarda ve uygun zamanlarda alınarak içselleştirilmesidir.
Yani hal edilmeyen, insanı iyiye, güzele dönüştürmek üzere yaşamına geçmeyen bilgiler, insanı kitap yüklü eşekler haline getirir.
Öyle ki, bugün sosyal medya ve internet üzerinden zahmetsizce ulaşılan videolar, sohbetler, yazılar ve programlarla çok çeşitli Bilgi’ye maruz kalan insan zihni, bu bilgileri sindirip, bünyesinde eritecek süreyi kendisine tanımadığı zaman, aşırı yüklenme sebebiyle deyim yerindeyse, devrelerini yakar. Her uzmandan başka bir görüş, başka bir açıklama derken, bir bakar ki, sürekli akımların, kişilerin ve bilginin peşinde koşan ve algısı kolayca yönetilen biri olmuş…
Moda akımı şeklinde, farklı farklı dönemlerde popüler olan bu sözde “doğrular” ve “yanlışlar”, bir zaman sonra “aaa nasıl böyle bir şey yapmışız, bize bunları iyi / güzel / doğru diye nasıl da yutturmuşlar” diyerek peşinden koltuğu akımların, doğru bildiği yanlışların pişmanlığını yaşar.
Kimi zaman şan, şöhret, para için, kimi zaman da maddi ve manevi çıkarları için insanların algılarını yöneten, rant uğruna sanki öyleymiş gibi bir algı yaratan medyanın ya da şahısların, kuruluşların oyuncağı olur ve hayatını her geçen gün daha da zorlaştırır. Sözde “mükemmel” olacağım derken, farkına varmadan bilginin kölesi olur. Hatta bu zan edişleri sebebiyle, sanki o bilgiler mutlak doğruymuşçasına, ölesiye tartışarak, hem sevdiklerini kırar, hem de kendini yorar.
Dolayısıyla çok bilmenin tutsaklığından özgürleşen insan, hissetmenin tadına varır ve gücünü Gönlünden alır. Her şey mümkün diyerek, Gönlünü Özgür bırakır ve hiç bir bilgiyi saplantı yahut tabu haline getirmeden gözlemlemeye ve deneyimlemeye izin verir.
O halde bilmeye değil hissetmeye olsun yolculuk…
Hissederken yaşamak, yaşarken de hissetmek üzere, sadece birer araç olsun bilgiler..
Şimdi bir daha dönüp bakalım kendimize;
BİLDİKLERİMİZLE UYUMLU YAŞIYOR MUYUZ?
Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve seydisehirinsesi.com.tr sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.