Mardin, dinlerin ve medeniyetlerin buluştuğu şehir. Fiziki anlamda Kudüs’e en çok benzeyen yer. UNESCO’nun şehir olarak miras listesine aldığı üç şehirden birisidir. Kudüs , Venedik ve Mardin. Eski Mardin tarihi taş evleri, labirent gibi sokakları arasında her adımda size farklı bir tarihi mekan sunuyor. Gittiğiniz her yerde Artuklu ve Akkoyunlu başta olmak üzere farklı devletlere ait eserler karşılıyor. Buradaki eserlerin çoğunda bulunan ortak özellikler ise şunlardır. Açık avlulu bir medrese ve avlunun ortasında hayatın aşamalarını göz önüne getiren bir havuz bulunmaktadır. Avlunun etrafında talebe odaları sıralanmıştır. Medreselerin içinde eserin banisinin türbesi yer almaktadır. Yivli minareleri ve şark tarzı yapıları ile Mardin’de her köşe başında Türk tarihinin farklı yönleri bize göz kırpıyor.
Eski Mardin’i bugün olduğu yere kuran kişi Artuklu hükümdarı Artuk Arslan olarak bilinmektedir. Kalenin eteğine yerleştirdiği Türkmenler Mardin’in ilk halkını oluşturmuştur. Artuk Arslan’ın kendisinin yaptırmış olduğu medrese ise Şehidiye ismini taşımaktadır. Eser Eski Mardin’in merkezinde işlek bir caddede yer almaktadır. Şehdiye Camii ile tanışmam ise şu vesile ile olmuştur. Taşradan her yere her zaman gidebilmek mümkün değildir. Okul gezisi veya görev vesile olacak ki gidebilesin. Ancak son yıllarda tur firmaları sayesinde memleketin pek çok yerine günübirlik ve konaklamalı olarak gidebiliyorsunuz. İlçem Seydişehir’de bir-iki aydır Güneydoğu’ya yönelik turlar yapılmaktaydı. Şahsen okul nedeniyle bu turlara katılmayı bir müddet ertelemiştim. Kocaçınar seyahat firmasının 13-16 Kasım arasında düzenlemiş olduğu Güneydoğu turuna katıldım. Buradaki amaçlarımdan biri de Mardin şehrini görmekti. Mardin gezimizin sonuna doğru yaklaştığımız dakikalarda şehir merkezinde bir çay bahçesinde çay içiyordum. Yatsı vaktinin girmesi üzerine en yakın cami olan Şehidiye Camisine gittim. Etrafın kalabalıklığına rağmen üç cemaatle de olsa namazımızı kıldık. Medrese ve cami tüm ihtişamı ile duruyordu. Medresenin içinde revaklı bir avlu ve bir havuz bulunmaktaydı. Hükümdar olan ve eserin sahibi Artuk Arslan’a ait mezar caminin bitişiğnde olup mekan bugün kadınlar mescidi olarak kullanılmaktadır. Bu kadar muhteşem bir eserin banisinin türbesinin üzerine duvar örmek anlaşılması güç bir olaydır. Kalabalık bir vakitte üç kişiyle namaz kılmak ise daha acıtıcıydı. Bu eseri arkamızda bırakıp Diyarı Bekir’e yol alırken aklımdaki iki sordu vardı. Üç cemaatiyle ve tüm ihtişamı ile aramızda ben varım diyen Şehidiye ve Akkoyunlu Sultan Kasım’ın kanını duvarında taşıyan Kasımiye’nin dünden bugüne olan yolculuğu bize ne anlatıyordu. Her şeyden önemlisi biz onlardan ne anlıyorduk.
Dipnot: Turların rahatlığı şu kendi aracımızla gittiğimizde yaşayacağımız yorgunluk ve kalacak yer sorunu kendiliğinden çözülüyor. Ayrıca çok daha ekonomik. Eksi tarafı da şu Konya, Mardin, Urfa gibi çok tarihli ve kültürlü şehirlerde tüm mekânları anlayarak gezmek en az iki gün sürüyor. Tabi bu gezi sırasında park yeri vb. sorunlar ortaya çıkabiliyor. Bu nedenle herkes kendi durumuna göre bir planlama yapmalı. Ama ne olursa olsun coğrafyamızın her yeri görülmeye ve anlatılmaya değer. Bizlere bu imkanı veren Osman Kılınçoğlu’na teşekkür ederim.
Selam ve dua ile...