Anlamanın istiharesine yattığım günden beri, ardına kadar açılan kapıların da ardında bir mana olduğunu ve bunu görmek için bu kadar yol yürüdüğümün nihayetine vardım.
Kendimle olan hasbihalimin ve ardından kendimle barışmamın sonucunda anladım ki... Sen izin verdin, yolu sen açtın. Sen sustuğun için karşındaki sesler gürültülüydü. Gidemeyeceğini sananlar, hiç giderken görmemişti seni ve bundandı hafife alınışın. Yani sana yapılan bunca haksızlığın tozlu yollarını temizleyip bir de buyur eden kişi sendin.
Her şeyin zıttıyla imtihan edildiği gibi, sende sana zıt olan şeylerle imtihan olacaktın. Çok zor gelecekti ama yaşayacaktın. Kaim olabilmek için zıt dünyayla savaşacaktın ve kazananı sadece Yaradan'ın bildiği bir muharebenin önü nasıl zor ise, sonu da o kadar güzel olacaktı. Buna inanmalı, bununla yaşamalıydın ama... Sen, kendine çok geç geldin! Neyse ki hâlâ nefes alabiliyor olman umut vaad ediyor. Zamanla solmayacaksa düşlerin, için üşümeyecekse eğer tamamlayabilirsin üçer harfli genelgeyi. Hiç ve hep diyerek...
Nasıl mı? Sana rengini kaybeden ve kaybettiren ne varsa, kötü gördüğün, sevmediğin, içini karartan ne varsa hepsine "hiç" gözüyle bakmalısın. Ve hiçliğin kefesine koyduğun hiçbir şeyi oradan çıkarmamalısın, taviz vermemelisin. Dünyanın renklerini görebileceğin tüm güzel tecrübelere ve renk tadında insanlara, seni rahatlatan huzur bulduğun ne varsa sana "hep"dedirtiyorsa, o salıncaktan inmemelisin. Yüzündeki gülümseme, rüzgârın tınısı ve huzur kokusuyla sallanmaya devam etmelisin. Ve sendeki benlik sırrını, öteki tarafa asla vermemelisin...