Karşıya geçmek için köprü arayan ve aradığı köprünün henüz inşa edilmediğini bile göremeyen bir kadersizim ben. Kader denen şey, tevafuklarla inşâ edilmiş koca bir yapı ise, o yapıyı kullanabilmek yerine "neden" diye sersem düşünceleri benimsemiş bir meczubum ben.
Serzenişlerini sahiplendikçe, kadersizliğini normalleştiren ve uçtuğu göğe küsen bir serçeyim ben. Hâlâ deniyor ve yola devam ediyor olmanın gücünü kendinde bulamayan, duyguları kansız ve cansız kalmış bir cesedim ben. Beni Yaradan’a bile yükmüşüm gibi hissettiren, kapıların vefasızlığını genelleyen bir nasipsizim ben. Ve tüm bunlara sahip olmayı hiç mi hiç istemeyen, gönlü yaşlı bir fâniyim ben.
Dünya yuvarlak...
Öte yanda da kalbin var. Kalbin ile dünya arasına neleri koyduysan, tüm bu teçhizat ile koca bir dünya daha inşa etmişsin kendine. Sahte dünyanın içinde ne varsa gerçek kabul etmiş, duraklar arasında yolculuk yapıp durmuşsun ömrünce. Gecelerin sabahı var, kuşların gökyüzü, nehirlerin denizi var, papatyaların da baharı. Peki ya senin neyin var? Dönüp duran dünya gibi, yuvarlak ve menzili ancak kendisine varabilen bir hikâyen mi var? Yoksa dünya gemisinden sıyrılıp atladığın serin sularda bitmek bilmeyen arayışların mı var? İkinci şık sana daha yakın geldiyse eğer bir muştu da ben vermek isterim sana.
Evet, müjde!
Günahların tövbesi var, namazlarının bir kıblesi var, "bittim" dediğin vakitlerin de bir duası var. Ve en bilinmesi gereken şey de, Alemlerin bir Rabbi var..! Pusula olan bir Rabbin var.
Bir gün uyanırsın. Uyandığın güne, bir daha aynı şekilde uyanmak istemezsin. Bir daha böyle hissetmek istemezsin. Gözlerinden akan yaşların, kalbindeki kor yangınların seni bu denli acıtmasını bir daha istemezsin. İşte o istemediğin gün, değişmeye karar verirsin. İstediğin tek şey değişmek olur. O an değişir, bir daha eski sen olmazsın. Yeni bir kimlik edinmişçesine değişmek, seni eskimiş kabuğundan sıyırıp yeniler. Ve bundan sonraki sabahlara başka uyanır, başka hissedersin, derin bir uyku çekmişçesine. Öyle de olmalı, olmalı ki kadersizlikten dönsün gece gündüzüne.
Sessiz bir tarlayken gönlün, onu meyve bahçelerine dönüştürmen için, uyanman lazım. Kirli gürültüler arasında duyduğunu zanneden kulakların için, dağ başında öten bülbülü dinlemen lazım. Gördüğü manzara karşısında heyecanlanan, güzeli gördüm diye tebessüm eden o gözlerinin, kuşluk vakti göğe bakması lazım. Yaptığın her güzel davranışın ardından şefkatle alnından öpen anne babanın yerine alnını bir kere de Rabbine öptürmen lazım. Sana uzanacağının garantisi olmayan elleri tutmak yerine, avuçlarını dolu dolu bulacağın Rabbine el açman lazım. Ve son olarak alabiliyorken hala bir damla sağlıklı nefes, en güzel sözlerini söylemeyi öğreten, Rabbine söylemen lazım.
Ham gelip, pişmek isteyip, yanan bir Mevlana olmak lazım.
Vesselam…