Sesinin çıktığı kadar var olduğunu düşünmen mi, çıkan sesini duyacak insanlara sahip olman mı?
Doğru hangisi?
Söyleyecek sözün hep vardı aslında, tesiri ve ruhu olmayınca içindeki tiyatro sahnesinde kurduğun oyunda oynamaya başladın. Oynadıkça rahatladın, orası senin dünyandı, dikkatle seni izleyen gözlerde kendini görüp anlaşılmanın verdiği mutlulukla, hep oraya kaçtın ve kaçtıkça farkında olmadan kişisel menkıbeni yazdın.
Yazar sen olunca, oluşturduğun bu menkıbevi kişilik, içten içe kendini iyileştirmeye de başladı. Yarabandı görevi gören, sahne olan, dinleyen, anlaşıldığını hissettiren tüm olguların yeri kalbindi evet ama oradaki kalp değil aslında Rabbi'ndi. Niyetini doğru aldığın gün başladı uyanışın.
Huzurlu uyuyup, huzurlu uyanmak niyeti ile yaşamaya başladığın gün, bu menkıbenin konusu değişti, roller ve kahramanlar değişti, sahne değişti, seyirci değişti ve hatta mekan bile değişti. Sahnen artık beraat etmiş, hayata karşı sesin çıkmaya başlamıştı artık. Ve senin o çok kıymetli sözlerini, savurup rahat bir ifade şekline girmen, tüm hayatını değiştirdi.
Kimileri bunu eleştirdi, kimileri takdir etti. Ama sen öyle mutluydun ki, bulunduğun yerde çatlak sesler duyulmuyordu. Teselliyi bulmuş, içini ferahlatan ayetlerle tanışma yolculuğuna başlamış ve mutmain bir halde yaşama kaldığı yerden devam etmeye çalışıyordun. Sanki bunca senedir yürüdüğü karanlık yollara gözleri alışmış, ışıksız olmayı kabullenip sindirmiş ve birdenbire gözünü kamaştıran bir aydınlığa çıkmış gibiydin. Renk başkaydı artık ve o renge bürünmüş halde yazacaktın kişisel menkıbeni.
Okuyan olur mu umursamadan, duyan olur mu endişesi taşımadan, "kim daha fazla layık" düşüncelerinde boğulmadan, yalın ve apaçık bir dille yazacak, okuyacak ve oynayacaktın. Ve bu yolculuğun adını da, kendi yolculuğun gibi yolun herhangi bir kısmında koyacaktın.