Var olma sebebimizin ne ile alakalı olduğu göreceli sanılsa da; bu büyük bir yanılgıdır. Sebebin kaynağını ararken izlediğimiz yollar, araştırdığımız kaynaklar, dinlediğimiz sedalar, kendimize göre bir çıkarım gibi görünen, ama daha çıkarılacak çok derin kökleri olan bir ağaç gibidir.
İçimize sevgi tohumunu eken Rabbimiz, onun büyüyebilmesi, görülebilmesi, kâinatta bir vesile olabilmesi için, kimini su, kimini gübre, kimini güneş olarak vesile kılmış, ama tüm bunları veren el yine hep kendisi olmuştur. Çünkü; yaratılanı verebiliriz ancak, var etmek Allah’a mahsustur.
İçimizde bizimle birlikte büyüyen, çoğalan, anlam değiştiren, çeşitlenen bu sevgi tohumu, tabiri caizse fidandan ağaca ve dallardan meyvelere kadar yol bulmuştur. Buraya kadar tamam. Peki, dallarından ağaçlar çıkmış ve dahi onlar bile göğe uzanmıştır desem, inanır mısınız? Gerçekten mi, diyerek hayret ve merak edenler, okumaya devam edebilirler.
Bu âlemde bir dal olduğumu biliyorum. Yemyeşil ve kalın olan bu dalı, güçlendirmek için çok çaba verdiğimi düşünüyorum.
Dal dediğin çiçek açar, meyve verir diyenler haklılar, çünkü meyvelerim ve çiçeklerim de evlatlarım. Fakat dalımdan çıkan ağaçlar çok daha başka... Başka bir âleme uzanan ellerim. Ellerim diyorum çünkü ağaçlar çıkınca, dal olan ben bir ele dönüştüm. Neden el? Çünkü üzerimde göğe yükselen bu güzellikler, el üstünde tutulacak kadar kutsal, değerli ve üstün.
Ağaçlarımdan bahsetmek isterim ki, bu öyle uzun uzun anlatılacak bir şey değil, kısa ve derin. Birinin adı; hafızlık, birinin adı; yazarlık, birinin adı da; annelik. Derin dünyamdan, derin anlaşılabilme dileğimle…