Koskoca bir âlemde, sıradan bir şehirde, sıradan bir evde, konuşlandığı saksıyı yuva edinen, sıradan bir çiçeğim ben. Pencere kenarı menzilim, seyir tepem ve gözlerim. Seyreder dururum görebildiğim kadarıyla, izlerim bazen hüzün bazen de mutlulukla. Ama durmam, "saksıda öylece duran çiçek" deseler de bana durmam. İzlediğim, gördüğüm, yediğim, içtiğim, soluduğum ne varsa, içinden bana iyi gelenleri seçer ayıklar, gövdeme saklarım. Sinemde bana iyi gelen şeyleri depoladıkça büyür, gelişir, çiçek açar ve güzelleşirim. Öyle ya, güzeli ayıklayıp sinemde saklama sebebim de güzelleşmektir aslında.
Bu pencere kenarına beni konuşlandıran ev sahibinin sevgisi ve inceliğinden yola çıkarak düşünce âleminde derinleşmeye başladığım günden beri, tüm güzelliklerin (bende dâhil), bir bütünün zerresi olduğu kanaatine vardım. Esasında bir güzellik var, yarattığı ve devam ettirdiği her şeye dolayısı ile güzelliği sinmiş olan bir güzellik. En güzel olan, bu sebeple zerresini dahi yere göğe sığdıramadığımız bir güzellik. En güzel olan, ayrı ayrı her güzelliğinin de bir ismi olan, bana hangi güzelliğinden sirayet ettirmiş olabilir ki? Peki ya ev sahibine, gün ışığına, suya, toprağa, göğe... Hangi güzelliğinden sirayet edilmiş varlıklarız biz? Devamı bile güzel süre gelen bu düşünceler, beni bulunduğum pencere kenarından başka âlemlere gezdiriyor, hiç mi hiç canım sıkılmıyordu. Sadece insan için söylenmiş sözleri öyle benimsemiş haldeydim ki, beni yansıtan düşünceleri çok şükür ki duymak da nasip olmuştu.
Güzel ev sahibimin, sabahları televizyondan açtığı Kuran'ı Kerim mealini bende dinliyor, dinledikçe kendi yerimin neresi olduğunu bulmaya çalışıyordum. Canlıyım, can verilen bir can da benim. Öyleyse bende mesulüm, güzel olanı tanımaya, anlamaya ve değer olarak görüp de güzelliğini sirayet ettirdiğine göre onu anmaya mesulüm. Allah (c.c.), bir çiçeğe verdiyse bunca nasip, siz insanlara neden vermesin ki?
Verir tabiki, çünkü siz eşref-i mahlûkatsınız. İrade, akıl, yetenek hepsi sizde mevcut. Fakat size bir şey oldu, olmuş. Siz, sizden önce anlatılanların hatalarına fazlaca düşer olmuşsunuz. Siz, irade denen yeteneğinizi fazlasıyla kaybetmiş ve merhameti acizlik olarak görür olmuşsunuz. Siz, mazlumların kısık sesi olmak yerine, zalim olmuş ya da zalime alkış tutmuşsunuz. Madde uğruna koşup, manevi değerleri "boş vakitlere canınız isterse sığdıracak" kadar cüretkâr olmuşsunuz. İyi ve güzel olanı kendinizden bilip, kötü olan sıkıntı ve dert ne varsa sizi yaratandan bilmişsiniz. Dedim ya işte size bir şey olmuş.
Ev sahibimin bu sabahki dinlediği tefsiri dinlerken, Rabbimin siz insanları ne kadar çok muhatap aldığına bir kez daha şahit oldum. Bir yanım "Keşke bende insan olsaydım" derken, diğer yanım daha farklı düşündü. Nisa Suresi 75. Ayette, Rabbim de size ne olduğunu sormuş. "Hem size ne oluyor ki, Allah yolunda: "Ey Rabbimiz! Bizleri bu halkı zalim olan memleketten çıkar, tarafından bizi iyi idare edecek bir sahip ve bize katından bir kurtarıcı gönder" diye yalvarıp duran zayıf ve zavallı erkekler, kadınlar ve çocukların kurtarılması uğrunda savaşa çıkmıyorsunuz?"
Ve buyrun ev sahibimin yorumuyla devam edelim.
"Hakikaten bize ne oldu, ne oluyor? Bir zamanlar bu ayet Mekke halkına zulüm eden, onlara çeşitli işkenceler yapan ve öldüren insanlara sessiz kalan, ya da elimizden ne gelir ki diyenlere indiyse ve bu hadisenin üzerinden asırlar geçtiyse ve dahi biz insanoğlu hâlâ aynı şeyleri yaşayıp duruyorsak, gerçekten hangi açıdan ilerlemiş oluyoruz bunu bir düşünelim. Geçen seneden bu yana soykırım halinde yok edilmeye çalışılan Filistin halkına yapılan da aynısı değil mi? Gücüyle övünen tüm dünya devletlerinin varlığının beş para etmediği, hükümsüz kaldığı, sadece seyrettiği bu zulmün bitmesi için, illa ki bir ayet mi inmeli. Ya da ebabiller mi gelmeli? Mucize mi olmalı, bu insanların ölmemesi için, ne olmalı? Ama öyle ya, sakın boykot yapmayın çünkü sizin almamanızla mı birsey olacak, sakın protesto etmeyin sizin sesinizi nasılsa kimse duymayacak, sakın tepki gösterip gündeminize dâhil etmeyin mazallah o çok sağlam psikolojileriniz fena halde bozulacak. O narin hayatlarınızda üç maymunu oynayarak yaşayın çünkü en büyük dert sizde, en mağdur sizsiniz ve sizin dışınızda gerisi tufan değil mi?
Devam etmeyin artık buna ve bunlara. Bakın biz, biz değiliz artık. Bize ait olan bizde değil, nerde ne ara ve nasıl kaybettik bilmiyorum ama bulun. Önce kalbinizi, sonra kendinizi, imanınızı, vicdanınızı, insanlığınızı bulun. Bulun ve ne olur artık bir şaşkınlık ya da hayıflanma edasıyla " bize ne oldu" demeyin. Sizin bilmediğiniz sorunun cevabını, kimse bilemez. Ve size ait soruları da sorunları da benimseyin. Yoksa sen, ben, o diyerek bir yere varamayan, dünyanın oyuncağı haline geliriz, haberimiz bile olmaz.
Vesselam.