Sakinliğin insan üzerindeki olumlu etkilerinden biri de tefekkür etmek üzere düşünceyle birlikte fark edilmeyenleri fark edebilmektir. Sessizliğin içindeki zihin açıcı melodi öylesine tesirlidir ki, klasik müzikle kapışır.
Fark edilmek üzere tonlanmış olan bu melodi, çalar saat gibi birdenbire titretip fark ettirir kendini. Bazen, ait olmadığımızı düşündüğümüz yerlerde ve mekanlarda bulunmak zorunda kalırız. Bazen, hislerimiz de ait olmadığını düşündüğü yerde bulunca kendini, Sezai Karakoç'un da dediği gibi bir Nuh'un gemisi bulur kendine.
Aidiyet dediğimiz şey, bizden bir parçanın ya da bize ait olan bir şeylerin mıknatıs etkisiyle bizi çekmesidir. Zıt kutuplar birbirini çekmez miydi, dediğinizi duyar gibiyim.
El cevap; hayır...
Bir gül bahçesi düşünün. Alabildiğine büyük, rengârenk ve mis kokulu bir bahçe. İçinde renklerden, yeşilden, dikenden ve gül kokusundan başka bir şey olmayan bir bahçe. Peki sizce bu bahçede, bataklık bitkilerinden herhangi birinin yetişmesi ve bulunması mümkün mü? Çok zor... Belki de imkânsız. Çünkü; lotus ancak ve ancak bataklıkta yaşar. Büyüyüp gelişmesi için, kendine yurt edinebilmesi için bazı şartların olması gerektiği aşikardır. O zemin ve mekân burası değildir. Tıpkı Nuh'un gemisini tercih eden "ar" yolcuları gibi. Bulundukları yere ait değillerdir ve Allah'ın ruhumuza bahşetmiş olduğu hazinenin içinden bir zerre dahi eksilmesin diye, gerekirse binip giderler menzillerine. Ve öyle de olmalı, olmalıyız. Çünkü ar varsa, utanabilmek var. Ar varsa, mahcubiyet var, çirkin şeylerden sıkılma yeteneği var, kötüyü terk etme var, kalbin incelik yeteneği var ve son olarak ızdırap duyabilmenin asilliği var.
Genel geçer olarak bu böyledir fakat akletmenizi rica ederek sizin dünyanızdaki ar’da ne var, diye bir soru ile yıldızlı gökyüzünüze bir ışık da ben tutmak isterim.
Sevgi ile...