Kalbimin derinliği, zaman ve mekân olarak sonsuz iken, girdap içinde sıkışmış olan ruhumun çıkış yolu iken, aklımı kendine Ebubekir (sıddık) eylemiş iken, ellerimin değmediği dünyalarda dolaşmamı ve cihanın içinde bir bedene sıkışma zorunluluğunda tutmamış iken, ne gerek var ki başka aleme?
O derinlik sana, bana ve cümle cihana yetecek bir alem, insanı en doğru şekilde izah eden izahat ve senin isimlendirdiğin bir cennet. Bu derinlikte "sana seni seninle anlatıyorlar" tıpkı Mevlana Celâlettin Rumî'ye anlattıkları gibi. Yüz akı olmak için, yüz akıyla yaşamak ve insanlara da yüz akı olmak lazımdı çünkü. Yani Ey nefsim, Ey bedenim sana kalbimin derinliğinden mesajlar var ve sana seni seninle anlatacağım. Bu derinlikte, unutkanlık, parçalanmışlık ve dağılmışlık hali yok dünya hallerindeki gibi.
Şifa, bütünlük ve İnsan-ı Kâmil olmak var. Korku yok düşerim, boğulurum diye. Derinliği korku bilen zihniyet, sadece dünyada var. İslamiyet ise, Allah (c.c) olduğu her yerde var. Peki İslam, kalp derinliğindeki bir inci misali güzel olduğu için mekanı güzel yapan şey ise, o mekanda düşüncenin ve iç sesin bile kötü olması mümkün mü hiç? Zaten oturup içten içe başına gelen iyi halleri düşünmez insan, dünya denen alemde. Hep kötüyü ve kötü yaşadıklarını düşünür, tekrar eder. Ve farkında olmadan kötüyü pekiştirir, zihninde, kalbinde ve hayatında.
Pekiştirmeye layık midir ki kötü, bunca tekrarı hak etsin? Kalbin derinliği, iyiyi anar, geçmiş, gelecek ve an olarak iyi olan ne varsa tekrar eder, her hali ile. Bilir ki, iyi olan her şeyin içinde de Rabbi var ve andıkça iyiyi zikreder biricik Rabbini. Firarın en güzeli, Yaradan’a olan firardır. Sırf bu yüzden peygamberler bile O'na firar etmek için, iletişim kurmak ve yakınlaşmak için dünyadan uzaklaşmışlardir. Neden biliyor musunuz? Çünkü; insan zannettiğimiz, bildigimiz, anladığımız gibi maddi ya da maddeden oluşan bir varlık değil. İnsan, manevi bir varlık olduğu için firar edip de ebedi mutlu olacağı tek yer Rabbinin huzuru, yanıdır. Öyleyse hâlâ neden değişmez, birikimlerimiz, kıymet verdiklerimiz ya da seçimlerimiz.
Biriktirdiğin parayla eş değer mi sevapların? Aldığın sıfır araba kadar kıymetli mi, sokaktaki kedinin de canı? Tuttuğun partiye bağlı olduğun kadar da bağlı mısın kan pıhtısıyken, sana izzet ve şeref verip insan yapan Allah'a. Verdiğin cevapların yolu var ve seni de beni de götüreceği yer ya ateş, ya nur. Kalbimin derinliğindeki İslam güneşini dilim döndükçe anlatmaya çalışırken, kimseyi eleştirmek, mimlemek değildir niyetim. Çünkü; ben yazdığım bu satırları önce nefsime, kendime, aileme ve sonra yine kendime yazar, sonra paylaşırım bu yazıları. Yani demem o ki, önce aciz nefsimin kalbinin derinliğinde kalması lazım, kimseye söz söyleyecek kadar günahsız değilim vesselam.
Âlimlerin yolundan, alemlerin Rabbini bulmaya çalışan bazen bir meczup, bazen divane dolaşan, hep ama hep öğrenci olduğunu varsayan, kalbinin derinliği ile dünya arasına sıkışmış bir canlıyım bu alemde. İslam’ı bulmuş fakat onu henüz sımsıkı kucaklayamamış bir hasret ile özlem çeken, her zerresi ile hasret gidermek isteyen bunu isterken de asla doyamayacağını da bilen meraklı bir insanım.
Dünyalıyım demiyorum çünkü hiçbirimiz dünyalı değil dünyaya misafiriz. Ve bu misafirlik bittiği vakit, ellerimizi çektiğimiz bu dünyadan, ellerimizin değmediği dünyalara varıp gideceğiz. Dilerim menzil cennet olsun, İslam bizi orda da bulsun.