Fatih BABAOĞLU
Köşe Yazarı
Fatih BABAOĞLU
 

KAHVE BAHANE

Gönül ne kahve ister, ne kahvehane, Gönül muhabbet ister kahve bahane. Kudema sohbette bir insibağ yani huy aktarımı vardır derlermiş cancağızım. Yani biriyle sohbet ediyorsan karşılıklı bir hal alışverişi olurmuş. Muş dediysem sen onu olmuş bil. İnsibağ kelimesinin özüne bakınca boyanmak anlamı taşıdığını da söyleyeyim. Yani aktarım yerine boyanma desek mesele daha da iyi anlaşılacak. Bir soru soralım şimdi kendimize. Kapatıp gözlerimizi soralım bakalım en son gerçekten ne zaman bir sohbet meclisinde bulunup sohbet ettik? Kaygısız, çıkarsız, yalansız, cebimizi bir kenara bırakıp yalnız ve yalnız yüreğimizi koyup ortaya. Sohbet dediysem öyle ayaküstü apartman girişinde görüp adını, ne iş yaptığını hatta ve hatta kaç çocuğunun olduğunu bilmediğin üst kat komşunla zoraki üç beş kelimeyle konuşmak zorunda kaldığını söylemiyorum elbet. Ya da bozulan bir eşyanı yaptırmaya götürdüğün ustaya daha iyi bir şekilde yapması için sahte bir babacanlık sergilemenden de bahsetmiyorum. Şöyle dumanı tüten bir parmak köpüklü kahveyi höpürdeterek, kahvenin değil sohbetin damağımızda tadını bıraktığı kaç meclis gördük? Haydi bunları bir kalem geçelim. Sohbet için öyle uzun uzadıya laf etmek de önemli değil elbet. Hakikatli kaç söz söyledik birbirimize. Sohbette bir huy aktarımı vardır. Yani boyanmak… Bunu şu şekilde demek mümkün tabi: Bir kişi kendisi iyi çevresi kötü olamaz. Bu doğaya aykırı. İsmini hatırlayamadığım bir ecnebi şunu der: “İnsan en çok vakit geçirdiği beş kişinin ortalamasından ibarettir.” Sohbet için o kadar çok şeyde lazım değil. Temiz bir dil yeter… Yani boyacının fırçası. Peki fırça nasıl temiz olacak diyorsun değil mi? E hadi daha evvel anlattığım bir hikayeye kulak ver de sohbet olsun… Çocuğun birinde bal yediği zaman vücudunda yaralar çıkıyormuş. Çocuk bu ya baldan da geri durmuyor ne şekilde olursa olsun gizli saklı bal yemeye devam ettiriyormuş. Anası babası ne yaptıysa başa çıkamamışlar. Çocuğun vücudu cılk yara. Hekimlere götürmüşler lakin yine de bir çare yok. En sonunda soluğu İmam-ı Azam, Ebu Hanife Hazretlerinin huzurunda almışlar. Olanı biteni anlattıktan sonra İmam, “Peki” demiş “Lakin kırk gün sonra gelin” Ana baba niye kırk gün bekleyeceklerine bir anlam veremeseler de çaresiz “peki” demiş geriye dönmüşler. Başlamışlar beklemeye kırk gün biter bitmez yine soluğu İmamın huzurunda almışlar. İmam-ı Âzam, çocuğu yanına oturtup başını okşamış. Sonra; “Bundan sonra bal yeme sakın evlâdım!” dedikten sonra çocuğun ana babasına; “Tamam, gidebilirsiniz.” demiş. Ana baba şaşkın. Onca hekimin çare bulamadığı derde İmam-ı Azam bir cümleyle mi çare buldu. Kırk gün bu cümle için mi beklemişlerdi. Lakin gün geçtikçe hakikati görmüşler. Çocukları gerçekten artık bal yemiyormuş. Ne yapıp ettilerse nafile çocuk ağzına damla koymuyor. Hal böyle olunca baba iyice meraklanıp tutmuş İmam-ı Azam’ın yanına gidip sormuş: “Efendim, gezmediğimiz hekim kalmadı. Şifa bulamadılar. Lakin ona bir cümle söylediniz ve baldan vazgeçti. Nedir bunun hikmeti?” İmam-ı Azam tebessüm etmiş: “Geldiğiniz gün, ben de bal yemiştim. Bal yiyen birinin, başkasına ‘bal yeme’ demesi etkili olmaz hatta riya olurdu. Kırk gün bekledim ki vücudumdan çıksın. Önce nefsimde denedim bunu. Kendim bunu bırakmanın mümkün olduğunu görünce sözüm de ona tesir etti.” Sohbet istersen iki kapılıdayım. Kahve hazır.
Ekleme Tarihi: 23 Mayıs 2023 - Salı

KAHVE BAHANE

Gönül ne kahve ister, ne kahvehane,

Gönül muhabbet ister kahve bahane.

Kudema sohbette bir insibağ yani huy aktarımı vardır derlermiş cancağızım. Yani biriyle sohbet ediyorsan karşılıklı bir hal alışverişi olurmuş. Muş dediysem sen onu olmuş bil.

İnsibağ kelimesinin özüne bakınca boyanmak anlamı taşıdığını da söyleyeyim. Yani aktarım yerine boyanma desek mesele daha da iyi anlaşılacak.

Bir soru soralım şimdi kendimize. Kapatıp gözlerimizi soralım bakalım en son gerçekten ne zaman bir sohbet meclisinde bulunup sohbet ettik?

Kaygısız, çıkarsız, yalansız, cebimizi bir kenara bırakıp yalnız ve yalnız yüreğimizi koyup ortaya.

Sohbet dediysem öyle ayaküstü apartman girişinde görüp adını, ne iş yaptığını hatta ve hatta kaç çocuğunun olduğunu bilmediğin üst kat komşunla zoraki üç beş kelimeyle konuşmak zorunda kaldığını söylemiyorum elbet. Ya da bozulan bir eşyanı yaptırmaya götürdüğün ustaya daha iyi bir şekilde yapması için sahte bir babacanlık sergilemenden de bahsetmiyorum.

Şöyle dumanı tüten bir parmak köpüklü kahveyi höpürdeterek, kahvenin değil sohbetin damağımızda tadını bıraktığı kaç meclis gördük?

Haydi bunları bir kalem geçelim. Sohbet için öyle uzun uzadıya laf etmek de önemli değil elbet. Hakikatli kaç söz söyledik birbirimize.

Sohbette bir huy aktarımı vardır. Yani boyanmak…

Bunu şu şekilde demek mümkün tabi: Bir kişi kendisi iyi çevresi kötü olamaz. Bu doğaya aykırı. İsmini hatırlayamadığım bir ecnebi şunu der: “İnsan en çok vakit geçirdiği beş kişinin ortalamasından ibarettir.”

Sohbet için o kadar çok şeyde lazım değil. Temiz bir dil yeter… Yani boyacının fırçası. Peki fırça nasıl temiz olacak diyorsun değil mi? E hadi daha evvel anlattığım bir hikayeye kulak ver de sohbet olsun…

Çocuğun birinde bal yediği zaman vücudunda yaralar çıkıyormuş. Çocuk bu ya baldan da geri durmuyor ne şekilde olursa olsun gizli saklı bal yemeye devam ettiriyormuş. Anası babası ne yaptıysa başa çıkamamışlar. Çocuğun vücudu cılk yara. Hekimlere götürmüşler lakin yine de bir çare yok.

En sonunda soluğu İmam-ı Azam, Ebu Hanife Hazretlerinin huzurunda almışlar. Olanı biteni anlattıktan sonra İmam, “Peki” demiş “Lakin kırk gün sonra gelin”

Ana baba niye kırk gün bekleyeceklerine bir anlam veremeseler de çaresiz “peki” demiş geriye dönmüşler. Başlamışlar beklemeye kırk gün biter bitmez yine soluğu İmamın huzurunda almışlar. İmam-ı Âzam, çocuğu yanına oturtup başını okşamış. Sonra; “Bundan sonra bal yeme sakın evlâdım!” dedikten sonra çocuğun ana babasına; “Tamam, gidebilirsiniz.” demiş.

Ana baba şaşkın. Onca hekimin çare bulamadığı derde İmam-ı Azam bir cümleyle mi çare buldu. Kırk gün bu cümle için mi beklemişlerdi. Lakin gün geçtikçe hakikati görmüşler. Çocukları gerçekten artık bal yemiyormuş. Ne yapıp ettilerse nafile çocuk ağzına damla koymuyor. Hal böyle olunca baba iyice meraklanıp tutmuş İmam-ı Azam’ın yanına gidip sormuş: “Efendim, gezmediğimiz hekim kalmadı. Şifa bulamadılar. Lakin ona bir cümle söylediniz ve baldan vazgeçti. Nedir bunun hikmeti?”

İmam-ı Azam tebessüm etmiş: “Geldiğiniz gün, ben de bal yemiştim. Bal yiyen birinin, başkasına ‘bal yeme’ demesi etkili olmaz hatta riya olurdu. Kırk gün bekledim ki vücudumdan çıksın. Önce nefsimde denedim bunu. Kendim bunu bırakmanın mümkün olduğunu görünce sözüm de ona tesir etti.”

Sohbet istersen iki kapılıdayım. Kahve hazır.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve seydisehirinsesi.com.tr sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Diğer Yazıları

30
Mayıs
23
Mayıs
02
Mayıs
25
Nisan
18
Nisan
11
Nisan
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.