Turkuaz…
Yeşil’in, Mavi’nin ve de Beyaz’ın,
O muhteşem birlikteliğinin adı…
Masmavi Gökyüzünün, engin denizlerin, derin okyanusların ve tertemiz akan pınarların rengiyle,
Yemyeşil ağaçların, gür ormanların ve tabiatın renginin,
Bembeyaz Kar taneleriyle, tertemiz bir Aşkla ve safiyane Gönüllerle olan o muhteşem dansının adı,
Turkuaz!
…
Kelime olarak ise, Turkuaz rengi, adını Firuze taşından almış. Türkler üzerinden Avrupa’ya giden bu değerli taşa, Fransızlar tarafından “Türk’e özgü” anlamına gelen “turquoise” ismi verildiği için turkuaz taşı olarak da anılmaya başlamış.
Böylece dünyanın pek çok yerinde, Türk rengi olarak, turkuaz rengi tanınmış.
Ve elbette, etkilerini Türk mimarisinde de göstermiş ve Turkuaz’ın yeri mimarimizde oldukça önemli olmuş. Cami, kubbe, minare, kapı ve pencere gibi mimari yapı elemanlarında sıklılıkla kullanılmış.
Cephede, süslemelerde, tahtlarda ve takılarda kullanılan Turkuaz yani Firuze taşının, sakinlik, dinginlik sağlayarak, zihni rahatlattığına ve huzuru hissettirdiğine inanılmış.
…
Turkuaz rengi, bir yanıyla sakinliği, dinginliği, huzuru hissettirirken, bir yanıyla da enerjiyi, hareketliliği ve yaratıcılığı temsil eder.
İşte bu yüzden, Turkuaz rengi, Gönül eşliğinde nefeslenmenin rengidir…
Çünkü Gönül eşliğinde nefeslenenler,
Her an yeni bir Şen’de olurken, demli, dingin ve huzur içindedir.
Ve durduğumuz noktalardır, bakış açımızı belirleyen…
İşte bu sebeple deriz ki,
Turkuaz bir pencereden bakmalı hayata…
Çünkü hayata turkuaz bir pencereden bakmak demek,
Hareketli, canlı, diri ve samimi,
Gönülden muhabbetlerle ancak dengeyi bulmuş hallerde,
An’ın içinde huzurla, hissederek yaşamak ve yaşadığını yaşatmak demektir.
O halde,
HİÇ TURKUAZ BİR PENCEREDEN BAKTINIZ MI?