Merhaba sevgili dostlar, kıymetli okurlar. Yine ve yeniden merhaba…
Bakalım ne kadar ürkütebileceğiz..? Doğrusu merakla başlıyorum ben de satırlarıma, yazmaya, ürkütmeye…
Konuşarak değil, yazarak verip veriştireyim diyorum aldığı yerden alana, verdiği yerden verene...!
Kimi, ekmek kavgasında, iki cam şişe, dört-beş karton kutu toplayıp, satacak para kazanacak, kimi de oturduğu konutun eskimemiş bile olan neredeyse kullanılmamış eşyalarını yeniden değiştirip, harman savurmada..!
Kimi, okuyup, adam olayım babam gibi; eşek olmayayım diye çabalarken, kimi de “referans” vasıtasıyla hatta gitmeden maaş aldığı işinin telaşında...!
Kimi, yol yordam bilerek, büyüğü küçüğü gözeterek, kimsenin hakkına hukukuna zarar gelmeden olacak işlerini yaptırma derdinde, kimi de hatır gönül bile saymadan, güya “tepeden” iş gördürüp, “bak ben nasıl yaptırdım” havasında..!
Kimi, hak yemeden, çalıştığı işte “tırnaklarıyla çalışıp, kazanıp” yükselip geldiği yeri unutmamayı bilirken, kimi de “aman sende” demeye devam edenlerden olma yolunda hızla ilerlemekte..!
Kimi, anası ya da babası hasta, çalışamaz durumda olup, onların eli ayağı olarak, bedensel temizliklerine kadar öf bile demeden evlat olma çabasında, kimi de vücut bulma sebeplerinin bayramda dahi elini öpmeye gitmeden dünya yolunda koşmakta..!
Kimi, yaratılanı sever, yaratandan ötürü sokaktaki dostlara bir kap yemek, biraz su içirmeye çalışırken, kimi de vahşice en akla gelmeyen işkence ve zulümle doğayı ve sokaktaki dostlarımızı katletme yarışında..!
Kimi, hastalara derman olayım Allah’ın izniyle diyerek, bedenini bile insanlık için feda etmeye koşarken, kimi de “bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” düşüncesizliğinde..!
Kimi, cennet vatanımızın evladı olarak, canını hiçe sayarak “ölürsem şehit, kalırsam gaziyim” düsturunda, kimi de olmayacak vatan hainliğinde..!
Kimi, koskoca devletimizin yaptığı imar ve medeniyet basamaklarını gıpta ile temaşa ederken, kimi de elma şekeri bulmuş dört ayaklı gibi kemire kemire eşinmekte..!
Kimi, boş beşik sallarken anne olamadım diye sabreder, doğurmadığı evlatlara kucak açar, kimi de orada burada köprü altına, cami avlusuna bırakıp, “saldım çayıra, Mevlam kayıra”, Allah deldiği boğazı aç bırakmaz diye güya tevekkülde..!
Kimi, millet menfaati için iş ve aş üretme, ürettirme gayretinde, kimi de aman oturduğum yerden kalkarsam, “üstünde oturduğum yumurtalar soğur” diye kıpırdamayayım gafletinde..!
Kimi, canı yanmazken bile polisimize, askerimize canı kurban, kimi de canı yandığında dahi onlara taş atıp, kurşun sıkma edepsizliğinde..!
Kimi, Atamızın da dediği gibi “Öğretmenler, yeni nesil sizlerin eseri olacaktır.” düsturuyla hareket ederek bu memlekete “evlat” yetiştirme gayretindeyken, kimi bu cennet vatana hain ve terörist yetiştirmekte ya da onlara çanak tutmakta..!
Kimi, “görevini en iyi yapan vatanını en çok sevendir” diye düşünerek, her türlü imkansızlık içinde de olsa, ÖSYM sınavlarında derece yapan öğrencileri yetiştirmeye çalışan köy okulu öğretmenleri, kimi de yapması gereken kurumsal görevlerini dahi “BİLMEYEN” bazı kimseler..!
Kimi, cahildir, konunun uzmanı değildir, bilmez uzman kadar yine de yöneticidir ya, konuşur..!
Kimi, diploması olmadan doktorluk yapar, kendine iyi gelen ilacı sana da “yazar”, şurup yapar..!
Kimi “affını ister” arından, kimi sebep sonuç ilişkisine bağlar, anlayıp dinlemeden..!
Kimi dost görünen kuyu kazıcıdır, kimi hendek kazanlarla dost olur..!
Kimi yetkinliği de olmadan kural koyar, kimi olmayan bilgisiyle ahkam keser..!
Kimi değiştirir, değiştirir DÜZELTMEZ, kimi de “ben yaptım oldu” der..!
Ne bileyim işte sevgili dostlar, kıymetli okurlar, dolmuşum iyice, ne yastığa anlatabilirim, ne de duvarlara resmedebilirim, o kadar çok çarpıklığı yaşıyoruz ki sizler de her an ve her zeminde görüyor ve biliyorsunuz bunları, birebir hep birlikte yaşıyoruz..!
Elbette ki bu taşlar, burnu gereksiz havada ve içi boş liyakatsizlere, müsveddelere, geldiği yeri unutan hadsizlere, densizlere, insan olma yolunda bile olamayanlara, cahillere, beyni yerine başka yeri çalışanlara ve dahi “Ebu Cehillere”...!
Yoksa, attığımız taş, ürküttüğümüz kurbağaya değmez ben de biliyorum da, yine de ÜRKÜTMEK LAZIM, sandığın sahibi olarak..!
Bir MŞSS sözü: “Ne taş bitecektir, ne şeytanlar, yeter ki taş atmayı bilelim, kanatmadan…”
Ha bir de unutmadan, “Sevelim, sevilelim dünya kimseye kalmaz.”
Saygı ve selamlarımla…