İnsanoğlu, para, mal, mülk şan, şöhret sevdası peşinde koşarken,
ev/araba/eşya, güzellik/genç kalma, çocuk/taraftar/oy toplama gibi, nice şeyi,
çoğaltma yarışı içinde bulur kendini…
Ve öyle bir kaptırır ki kendini bu telaşa,
bir de bakar ki dünyaya geliş amacını unutmuş…
Kuran’da bu konuyu işleyen sureye ismini vermiş olan “Tekasür” kelimesi de; mal, mülk, çocuk akraba hatta ölülerin çokluğu ile övünmek, bu unsurları şeref, gurur ve üstünlük sebebi saymak demektir. Ve Tekâsür Suresi 1-2. Ayet şöyle der;
“Çoklukla övünmek sizi, kabirlere varıncaya (ölünceye) kadar oyaladı.”
(“Sizi tekâsür'le övünmek o kadar oyaladı ki, nihâyet kabirleri ziyâret ettiniz ve artık ölmüş olanlarınızı dahi sayarak gururlandınız.”)
Ardından 3. Ve 4. Ayette ise şöyle devam eder;
“Fakat bu abartmalarınızın anlamsızlığını yakında anlayacaksınız. Evet kesinlikle gerçeğin öyle olmadığını yakında bileceksiniz”
Ne yazık ki insanoğlu , çokluk ve gösteriş yarışı içindeyken, abartmanın anlamsızlığını göremez. Çünkü gözünü bürüyen hırsı, onu öyle bir körleştirir ki ne kırdığı kalplerin farkına varır, ne kaybettiklerinin, ne de beyhude telaşlarla tükettiği nefeslerinin…
(Sağlığını, ailesini arkadaşlarını ve en önemlisi de huzuru kaybeder.)
Ve Tekâsür Suresi son ayet şöyle der;
“Sonra, yemin olsun ki, o gün (size verilen) her nimetten sorulacaksınız”
Demek ki insan, kendisine verilen tüm nimetlerden, yeteneklerinden hesaba çekilecektir. Örneğin doktor oldunuz yahut bir yönetici veya çöpçü farketmez, insan her neyse vazifesi, ona verilen görevi hakkıyla yerine getirdi mi mutlaka sorulacaktır.
Gücünü iyiliğe mi kullandı yoksa kötülüğe mi? Adaletli mi oldu yoksa paraya makama tamah edip, adam mı kayırdı? Bilgisini, yeteneklerini, kendisine emanet edilen nimetleri, İnsanlığın / kainatın hizmetine mi sundu yoksa hep ben/bana/benim diyerek nefsine mi uydu? Ona verilen her nimetin( bilginin, ilimin, sağlığın, makamın, mevkinin, malın, mülkün )gerçek anlamda zekatını ödedi mi, hepsinin tek tek hesabının sorulacağını söyler.
Çünkü insan, potansiyelinin hakkını vermek / kendini gerçekleştirmek üzere bu aleme gelmiştir. O halde, insanoğlu, çoklukla övünmek yerine, ona lütfedilen nimetlere Gönül’den şükrederek, sadelik ve tevazu içinde yaşamalıdır. Ve Nefeslerini, O’na emanet edilenlerin hakkını vermek üzere harcamalıdır.
Netice de Az Çoktur ( Less is more) ve “Az’ı karar, Çoğu Zarar” atasözü de, yine aynı noktaya dikkat çeker. Her hangi bir şeyin, kararından fazla olması durumunda yarardan çok zarar getireceğini anlatır ki, tıpkı fazla atılan tuzun yemeğe lezzet vermek yerine, tüm tadını kaçırması gibidir.
Yani tuzun çok olduğu yemeğin tadında, elbet noksanlık vardır…