Dirilerin diri gibiymiş gibi giyindiği beden elbisesi, ölü olduğunda daha geç çürüyormuş, öğrendik. Dolup taşma, daha fazla görünme çabasıyla şişirdikçe şişirdik kendimizi bu da doğru. Nasılsa içi boş diye tabutun, dik başlı bir kafa tutma hali ile dikleşmeye devam ettik, bu da tamam. Peki, neydi eksik olan bu başakta, işte bunu anlamak için buyurunuz hasbihal etmeye...
Olgun bir insan, dünyanın gürültüsünden kendi içinde bir sükûnet inşa edendir. O, hayatın nice çalkantılarını aşmış, acıların incecik iplikleriyle dokunmuş, sevinçlerin hafif yelinde savrulmuş, nihayetinde kendi göğsünde bir denge kurabilmiştir. Olgunluk, yaş almakla gelmez; zamanın ağır elleri insanın yüzüne kırışıklıklar serpebilir, saçlarına aklar düşürebilir; fakat gerçek olgunluk, kalbin derinliklerinde filizlenir. Sabırla, şükürle, sükûtla büyür. İnsan, doğarken bir hiçlikten gelir; elleri boş, ruhu berrak. Zamanla öğrenir, sever, kırılır, büyür ve dünya üzerine izler bırakır. Ancak her iz bir yara, her yara bir ders olur.
Olgunluk, işte bu izlerin, bu yaraların sessizce taşınmasıdır; gösterilmeden, dövünmeden, şikâyet etmeden… Olgun bir insan, artık acele etmez. Çünkü bilir ki zamanın kolları acelecileri kucaklamaz; sabredenleri, sessizce bekleyenleri sever. O, hayatın sunduğu acıların da, mutlulukların da geçici olduğunu anlamış, her duygunun içinden süzülerek geçmiştir. Hırsla, öfkeyle, kibirle kavrulan kalabalıkların arasında, kendi iç dünyasında dingin bir göl gibi yaşamayı öğrenmiştir.
Mütevazılık, olgunluğun en sade, en derin şiiridir. Kendini olduğundan büyük görmeyen, küçük göstermeye de tenezzül etmeyen bir denge hâlidir. Mütevazı insan, başarılarını sessizlikle taşır. Eğer bir söz söyleyecekse, incitmek için değil, onarmak için söyler. Eğer bir adım atacaksa, yükselmek için değil, birlikte yürümek için atar. Gözleriyle yukarıyı değil, kalbiyle yeryüzünü tarar. Çünkü bilir ki gerçek yükseklik, ancak yere en yakın olduğunda hissedilir.
Olgun insan, kimseye kendini ispat etmek zorunda hissetmez. Ne alkış bekler ne de övgü ister. O bilir ki gerçek değer, insanların dilinde değil, kendi yüreğinde tartılır. Kendini anlatma telaşına düşmez; çünkü en doğru hikâyelerin sessizlikte anlatıldığını keşfetmiştir. Mütevazı insan, herkesle eşit hizadadır. Bir çobanın da, bir kralın da gözlerine aynı şefkatle bakar. Bilir ki insanı insan yapan, sahip oldukları değil, taşıdığı kalbin rengidir. Eline bir güç geçtiğinde kendini dev aynasında görmek yerine, aynayı başkalarına çevirir; güzellikleri ve iyilikleri onlarda arar. Hayatın inişli çıkışlı yollarında yürürken, olgun insan artık düşmekten korkmaz. Çünkü düşmenin, insanı törpülediğini, pişirdiğini ve hakikate biraz daha yaklaştırdığını görmüştür. Her tökezleyiş bir öğretmendir; her kayboluş, gerçek yola bir çağrıdır.
Mütevazılık, sahip olduklarını küçümsemek değil; sahip olduklarının emanet olduğunu bilmektir. İnsan sahip olduklarına değil, onlarla ne yaptığına bakarak büyür. Bir bilgiyi bilmek meziyet değildir; onu gerektiği yerde kullanmak erdemdir. Bir sözü söylemek sanat değildir; onu doğru zamanda, doğru kalple söylemek inceliktir.
Olgun insan, geçmişin yüklerini sırtında taşımaz; geçmişten öğrendiklerini yüreğine işler. Geleceğin kaygısıyla uykularını kaçırmaz; çünkü geleceğin bilinmezliğinde bile bir hikmet olduğunu sezmiştir. Bugünü yaşar; hem de tam yüreğiyle. Her anı, Allah’ın bir hediyesi gibi görür; her nefesi şükürle alır, her bakışı merhametle süsler.
Ve sonunda olgun insan, ne servetini ne de şöhretini miras bırakır. Gerçek mirası, dokunduğu kalpler, sarıp sarmaladığı yaralar ve ardında filizlenen iyiliklerdir. Çünkü bilir: En sessiz adımlar, en uzun yankıyı bırakır.